no reservations

Bu senenin basinda Anthony Bourdain bizim sehre geldi. Onun pahali sovuna bedava biletim vardi ama evde televizyon olmadigindan Anthony Bourdain'in kim oldugunu bilmiyordum. Yine de sovuna gittim.

Anthony Bourdain dunyanin tum ulkelerini gezip, ulkelerin yemek kulturunu tanitiyor. Genelde batili bir insanin yemeyecegi bazi yemekleri hic cekinmeden yiyor. Sovunun ismi de bu cekinmeden yemek yemesinden gelmekte. Gezdigi ulkelerde turistlerden ziyade yerlilerin talep gosterdigi mekanlari ve yemekleri seciyor. Bazen bir aileye misafir oluyor, bazen bir taksi soforunun onerdigi yerde yemek yiyor. New York'da yillarca seflik yaptiktan sonra bir kitap yazmis, daha sonra da bu gezi programini hazirlamaya baslamis.


Sovundan sonra gezi ve yemek ikilisine biraz daha farkli gozle baktim. Ben bir sehri gezip, altini ustune getirebilirim. Sehrin farkli bolgelerine gidip, her turden insanla konusablirim. Ama oraya ait olan yemekleri veya restoranlari arastirmam. Onume ne gelirse onu yerim. Onu izledikten sonra gezi tekniginde hata yaptigimi dusundum. Yemegi atlayarak, o bolgeye ait olan onemli bir kulturu de atliyorum sanirim.

Her neyse Anthony Bourdain'in birkac sovunu youtube'da izledim ve hosuma gitti. Ozellikle Ozbekistan, Vietnam ve Italya gezileri seyretmeye deger. Ozbekistan bir hamam sahnesi var. Acayip komik. Ben burada gonullerin sultani olan ulkeye olan gezisinden ilk bolumu paylasayim.

Muthis Istanbul goruntuleri ve leziz Turk yemekleri esliginde Antony Bourdain Istanbul'da. Tesadufen Ramazan ayinda gitmis oraya ve bizim iftar kulturune de sahit olmus. Biraz fazla kebap-lahmacun-doner gozukmekte. Oyle Turkiye'nin dogusu, batisi, guneyi, ve kuzeyindeki farkli mutfaklari gostermiyor. Ama bizim yemek kulturumuzden bir cesitleme. Hos bir tanitim. Bu arada Istanbul'da herkes bulbul gibi Ingilizce konusuyor. Hem de cok aksanlari yok. Takdire sayan ingilizceleri.


Sonsoz: Yurtdisinda ac karnina izlemeyin. Caniniz cok sey isteyebilir:)

karli bir gunden

Bizim buralara hafif bir kar yağmaya görsün, tüm kızaklar çıkıyor saklandıkları yerden.



Genç, yaşlı, çocuk hemen parklara koşuyor ve saatlerce kızakları ile kayıyor.





Eee, bana da cikip bu eglenceyi fotograflamak kaliyor.

bir kahve evinden

Biraz once hocama onemli bir tez dokumani gondermis olmanin gururu ve sevinci ile bloguma birseyler yazmaya karar verdim. Birkac aydir muthis bir sekilde zamanimi ve beyin enerjimi alan bu dokumandan kurtulduguma seviniyorum. Sirf bu dokuman yuzunden interneti evimden kestirmistim. Nitekim su anda bir kahve evine gelip hocama dokumani yolluyorum. Cuma aksamlari kahve evlerine gelmenin en buyuk artisi, sehrin amator muzisyenlerini dinleyebilmek. Bugun sansima pek iyi bir grup cikmadi, cocugun sesi kulagimi acayip tirmaliyor. Disarida kar yagiyor. Bu kar yilin ilk ciddi kari. Kafe'de bir yandan cayimi yudumluyorum, bir yandan canli muzik dinliyorum, bir yandan kari izliyorum.



Yanimda bir cift oturuyor, cocuk kendini alternatif tipa adamis, kiz kendini degisik yiyecekleri nasil yetistirecegine. Hangi yiyecek hangi yontemle pisirildiginde maksimum fayda alinacagindan bahsediyor. Domatesi ve havucu pisirince likopini daha iyi alabiliyormusuz. Kafeinin deri yoluyla da emilebilecegini soyluyor. Yani kahveyi icmeden derinize surerseniz, ayni miktarda kafein alabiliyormussunuz. Sevgilisi cok ciddi dinliyor kizi, her cumlede muthis bir cevher bulmuscasina sasiriyor, seviniyor. Ayaklari yerlere basmasa da muthis uyumlu bir cift. Bayiliyorum bu kahvenin liberal tiplerine.

Yazmadigim surede neler yaptim???

Bir ay oncesinde bizim sehrin en guzel dogal parklarindan birine gidip yuruyus yaptik, gri bir gokyuzunun altinda huzurlu bir yuruyustu. Kompakt makinemle bu posttaki fotograflari cektim.



Doktora tezi dokumani yazarken, Avatar'i izledim. Oyle analiz edecek kadar ustune dusunmedim, birseyler de okumadim ustune, sadece rahatlamak icin izlemistim. Izledim izleyeli de ruyalarima Avatar'daki selaleler, ormanlar giriyor. Ruyalarimi senledirdi Avatarin hayali dunyasi. Filme bir ABD'li arkadasimla gittim. Yapilan herseyde onu suclayip, kizdirarak izlemek keyiflendirdi beni. Herhangi bir sebep olmadan, kulturleri, insanlari, dogayi yok eden ve karsi atak gordugunde bunu teror olarak degerlendiren, bilimi diger insanlari daha iyi nasil oldurebilirim diye kullanan bir ulke. Ama galiba sadece ABD'yi suclamamak gerek, butun insanlik gucu ele alinca benzer davranislara yoneliyor.



Bunun haricinde, bu donem Antropology bolumunden Dunya muzigi dersi almaya karar verdim. Hoca, muzik bolumunden ama ders kultur ve muzigi birlestirecek. Ilk derste, farkli ulkelerden muzik parcalari dinletip, ogrencilere o muzigin nereden geldigini tahmin ettirdi. Tum parcalarin hangi ulkeye ait oldugunu dogru tahmin eden tek ogrenci bendim. Sonra acaba derste birsey ogrenmeyecek miyim diye dusundum. Muzik bolumunun dersleri bizim derslerle karsilastirilmayacak kadar kek. Dersin odevi, farkli bir ulkeye ait muzik temali bir film izleyip onun uzerine bir yazi yazmak. Benim herhangi bir blog yazimi odev olarak verebilirim herhalde.

Onun haricinde, George Orwell'in Hayvan ciftligini okuyorum bu aralar. Insanlara karsi ayaklanan hayvanlarin hikayesi. Kitap listemin ikinci sirasinda Jared Diamond'un (Guns, Germs, and Steel)Tufek, Mikrop ve Celik'i yer almakta. Umarim zevkle okurum bu kitabi da. Kitabin Turkce versiyonu ile ilgili su bilgiyi buldum:

"Neden Avrupalılar Amerika'yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa'yı keşfetmedi?" Bu basit sorunun ardında insanlığın MÖ 11.000'den günümüze tarihi gizli. Fizyoloji profesörü Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik'te, aklımıza gelmeyen, geldiğinde çocukça bulduğumuz soruların yanıtlarını araştırırken, tarımın başlamasından yazının bulunuşuna, dinlerin ortaya çıkışından imparatorlukların kuruluşuna, tarihin seyrini belirleyen pek çok önemli adımı ayrıntısıyla inceliyor. İnsan toplulukları arasındaki farklılıkların, eşitsizliklerin nedenlerini, temellerine inmeye çalışarak sorguluyor; günümüz dünyasını biçimlendiren etkenlerin izini sürüyor... Biyoloji, jeoloji, arkeoloji, coğrafya gibi değişik bilim dallarından beslenen, "Batılı" koşullanmalardan arınmış, geleceği gösteren bir tarih kitabi."



Yeni yila ozel ve onemli birsey yaparak girmedim. Ama bu yil Christmas biraz ozel gecti. Hangi toplumda yasiyorsak o toplumun tatil donemleri onem kazaniyor. Artik Christmas zamanlarini sevmeye basladim. Tum bayramlar ve kutlamalar, topluca yapildiginda daha anlamli. Tek basima bayram kutlamak ne yazikki sevindiremiyor artik beni:((
Her neyse, bu yil bol bol Christmas sarkisi ogrendim ve soyledim. Bol bol hediye aldim bir cam agacinin altindan. Beni konuk eden aile, geleneksel bir Noel Amerika'da nasil yasanirmis bana gosterdiler. Fotograf makinemi yanima almadigimdan hicbir fotograf cekemedim, yoksa Noel burada ABD'li bir aile tarafindan nasil kutlanir diye bir blog yazisi acabilirdim. Dinledigim sarkilar arasinda, flutle caldigim en basit sarki Rudolp the Red Nose Reindeer. Ben caldim 3 yasindaki evin cocugu da bana eslik etti, epey neseliydi.


Melodisini en sevdigim Christmas sarkisi ise: Little Drummer Boy.


Bunun haricinde uzun zamandir elime almadigim flutumu caliyorum bu aralar bol bol. Bir muzik enstrumani calmanin ne kadar rahatlatici oldugunu tekrar farkediyorum.


Bundan sonraki bir ay benim icin cehennem gibi. Devamli doktora sinavlari ve bir suru konferans ve journal bildirisi yazmakla gececek. Sonrasinda bilincaltimi mutlu etmek icin bol selaleli, bol ormanlik bir yere gitmek istiyorum. Doktora sinavlari yogunlugum gecene kadar duzenli blog yazisi yazamayacagim demek bu. Subat'ta daha bol yazabilmek dilegiyle.

Herkesin yeni yili kutlu olsun. Guzelliklerle dolu bir 10 yil olur umarim.

(Sevgili Gunluk modunda bir yazi olmus:))