Viyana sokaklari

Viyana'yi yillardan beri pek bir merak ederdim. Orada bulunanlar hep ovguyle bahsederlerdi. Ben de bu sehri gormek icin pek bir meraklanirdim. Bu yaz gorme sansim oldu Viyana'yi.

Gittigim ilk gun biraz Tuna nehri kenarinda yurudum. Ben daha kalabalik bir sehir bekliyordum Viyana'yi ama pek bir sakin cikti.


Tuna nehrinin kenarina yapay plajlar yapmislar, yapay bir havuz var. Insanlar bu yapay plajlarda zaman geciriyor. Tuna nehrinin iki yakasinda olan bu yuruyus parkuru ve plajlar kisminda en cok duvar resimlerini(graffiti) begendim.



Ilk gun klasik olarak sehrin merkezindeki katedrali ve cevresini gezdim. Cuma aksami oldugundan turlarla gelen turistler yogunluktaydi. Katedralde bir itis kakis, bagiris cagiris, kosusturma. Bir kadin telefonda bagira bagira konusuyor, kosarken bana hizla carpiyor, bir ozur dilemeden cep telefonuyla bagirarak konusmasina ve kosmasina devam ediyor. Bu kadinin milliyetini tahmin ettiniz mi? Sanki 2 gunluk turun en guzel noktalarindan birinde Turkiye'de yurt disina actirdigi cep telefonuyla geyik yapmasa yer yerinden oynar. Yani turlardan da bizim memleketin nerede nasil davranacagini bilmeyen tur-katilanlarindan da nasil sogudum anlatamam.

Katedral de hayatimda gordugum en guzel katedral degildi, ama tabii ki gormeye deger. Koln ve Lozan katedralleri su ana kadar gordugum en guzel katedraller bence. Bu sehir meydaninda da farkli farkli dans sovlari(cogu sacma), saatlerce gozunu kirpmadan jelatin kapli adamlar falan var. Benim cocuklugumdaki Baris Manco gezilerinden beri Viyana sokak sovlarinda pek bir gelisme olmamis. Pek bir bayat geldi bana. Oyle cok kaliteli sokak muzisyenine de denk gelmedim. Bu katedralin cevresinde unlu markalarla dolu alisveris odakli caddeler var. ABD'de 5 dolara olan X markali bir t-shirt'u 500 euro'ya almak istiyorsunuz, bu caddelere davet ediyoruz sizi. Dunyanin cogu yerinin neden Amerikan markalarina taptigini anlayamiyorum.

Yine bu bolgede unlu bestecilerin evleri muze ya da restoran yapilmis. Bir kosede Mozart'in evi, diger bir yerde Beethoven'un. Klasik muzik anlaminda onemli bir sehir Viyena. Yazin konser anlaminda duragan sehir. Ne opera, ne klasik muzik konseri bulabildim. Sadece turistlere calan gruplar var. Ama turistlere yonelik sehir aktivitelerini cok yapay buldugumdan gitmedim bunlara. Bu sehrin kafelerini, guzel kahvelerini pek bir ovuyorlardi ya bu kafeler, restoranlar pek ogrenci butcesine gore degil.Fiyatlarin absurdlugu karsisinda yillardir kapisindan ugramadigim McDonalds'in McCafe'sine gidebildim. Profiterol ve latte macchiato'yu en ucuza kapattim boylece.


Ilk gunun aksami bir meydanda sinema gosterimi yapiliyordu, cok yorgun oldugumdan oturdum onlarla birlikte Almanca film izledim bir sure. Daha sonra da yine Avrupa'nin en pahali metrosuna binip Avrupa'nin en pahali hostelinin yolunu tuttum.


Ikinci gunun sabahini cogunlukla muzeler bolgesinde gecirdim. Washington DC'deki muzeler bolgesini andiriyor burasi biraz. Doga muzesi, sanat muzesi, modern sanatlar muzesi, tarih muzesi ayni alanda yer aliyor. Washington DC'nin muzelerinin(giris bedava ayni zamanda) eline tabii ki su dokemez. Ama gorulmeyi tamamiyle hakeden muzeler. Ben yalnizca uc muze gorebildim. Leopald muzesi, Modern sanatlar muzesi ve tarih muzesi. Sanirim doga muzesi de cok iyi ama bir gunde cok muze gormek beyin sagligina zararli.

Yukarida Egon Schiele'den bir resim. Asagida bir art nouveau ve icinde ben.


Modern sanatlar muzesinde insan vucuduna verilen tahribatlar ve bazilarinin tamiri adli bir dia gosterimi vardi. Tek izleyen bendim. Evet mazosistin onde gideniyim. Sadece sanatcinin cok emek verdigini dusundum ve cok begendim bu dia gosterimini. Hatirlamiyorum kim tarafindan hazirlandigini.



Muzeler bolgesinden cikip sehrin pazarina dogru yurudum. Hayatimda gordugum en cansiz ve en pahali cumartesi pazariydi.Tabii ki meyvelerin fiyati el yakan cinstendi. Meyve canavari olmama ragmen hicbirsey almadan pazar yerini terk ettim. Bir japon restoraninda karnimi doyurup sehirde yapilmasi gereken diger yerlere dogru yurumeye basladim.



Amerika'nin sokaklarinin boslugundan yakinirim. Ama burada yine de bir iki evsiz mevsiz bulunur. Viyana sokaklari kus ucmaz, kervan gecmez yerler.Tam bir hayal kirikligiydi benim icin. Bir de susadim yururken. Tek bir market bulamadim yollarda. Pek bir beterdi.


Daha sonra Belvedere sarayina gittim. Su sarayin bahcesinin bosluguna bakin. Cumartesi ogle sonrasi in-cin top oynuyor. Ayni saatlerde Topkapi sarayinda igne atsan yere dusmez herhalde. Iste bu sarayda Klimt'in bazi eserleri var, muze icinde fotograf cekmek yasak. Sarayin ici cok siradan, cok duz, herhangi bir ilgincligi yok.




Bu saraydan ciktim yine sokaklarda dolasirkene botanik bahcesini gosteren bir oku izledim. Oylesine bir anda gorup birsey ummadan gezince hoslandim bu botanik bahcesinden. Tabii en guzel yani girisin ucretsiz olmasi.


Botonik bahcesinden sonra gorulmesi gereken mimarisi degisik bir binaya dogru yurumeye basladim. Yine o bos sokaklar beni bekliyordu.


Bu berbat sikici, bos Viyana sokaklarinda dolasirken beni tek mutlu eden bir Bansky graffitisine denk gelmemdi. Sikintidan bogulmak uzereyken imdadima yetisti su graffiti. Bomba yerine bir buket cicek atan militan, cok zekice.


Bunun haricinde mimarisi tuhaf olan birkac ilginc bina gordum ama pek etkilenmedim. Sehrin neredeyse cogunu yuruyerek gezip bos caddelerine tanik olduktan sonra, sehrin merkezindeki bir parka yine yuruyerek gittim. Su ile ilgili bir festival varmis. Almanca rock esliginde sosis, patates kizartmasi, bira tuketen Avusturali guruhu sonunda gorebildim. Gorunen o ki giyim tarzinda, Avusturya'lilar Amerikalilari paspallikta gecmek uzereler. T-shirt, sort, sort altina giyilen uzun coraplar. Obezite sinirina dayanan insanlar. Tek farklari, patates kizartmasini Amerika'lilar gibi elle degil de catalla yemeleriydi. Amerika'da o kadar cok sey elle yeniyor ki, boyle bir detay gozume ilisti. Festivalin sonuna kadar kaldim, bos sokaklardan sonra insan gormek iyi geldi.


Festivalin sonunda havai fisek gosterisi vardi, o da surpriz oldugundan hos geldi bana. Cumartesi aksami Viyana'da Almanca rock muzik esliginde havai fisek izlemek Viyana gezisinin en guzel aniydi benim icin.


Ertesi gun sehirden ayrildim ve boylece Viyana maceram da bitti.

Sonuc: Viyana hayatimda bulundugum en sikici sehirler listesinde ilk siraya yerlesti. Belki turist olmak sikici bu sehirde, belki yerel insanlarin takildigi yerleri kacirdim, belki beklentilerim fazlaydi, belki kotu bir halet-i ruhiye icindeydim. Bilmiyorum nedenini ama sevemedim Viyana'yi, boguldum resmen. Sehri bir ogrenci olarak gezmek ise asiri luks. Hersey absurd derecede pahali. Sirt cantami alip Viyana'ya gideyim pek mantikli degil. Bu sehre bir konferans veya is gibi sebeplerden oturu gidip tum masraflari birilerine karsilattirmadikca bir daha gidecegimi sanmiyorum. Metro'da kimse kitap okumuyor, Viyana oyle sandigim gibi kultur baskenti falan degilmis. Amerika'nin tuhaf bir versiyonu. Sehir epeyce yesil. Bir gun daha kalsam doga yuruyusu yapardim. Sehrin en ucuz yemegi hindi etinden yapilma lezzetsiz saman tadli Turk doneri. Her kosede Turk donercisi var. Kanuni'nin yapamadigini donerciler yapip gecirivermisler ellerine Viyana'yi, bravo!!! Donerci abilerimiz hala Almanca konusamiyor o ayri konu ( gundemin konusuna tuz basalim). Avusturya'lilar da Ingilizce konusamiyor o da baska bir konu. Herneyse o kadar gorulesi bir sehir degil Viyana, merak etmeye hic gerek yokmus.

Sonbahar Raporu

Eylul ayinda devamli bir yerlere gitmem gerekti farkli konferanslar icin. Soyle yerimde bir oturup dinlenemedim dogru duzgun. Geziler bitip sehrime tekrar dondugumde bir de baktim sonbahar gelmis. Havalar sogumus, bazi agaclar yapraklarini dokmus, bazilarinda yapraklar hala sari, bazilarinda kirmizi.


 Bir mevsimin diger bir mevsime donmesi ne kadar da aniden oluyor. Gecmis yillarin deneyimlerinden biliyorum, su fotograflarda gorunen yesil yapraklar haftaya sararip kizaracak. Iki hafta sonra sonbaharin en renkli gunlerini yasayacagiz ve uc hafta sonra hicbir yaprak kalmayacak. Cok hizli bir sekilde tum yapraklar dokulecek. Simdiden durum soyle bazi parklarda.




Seviyorum bu sehrin sonbaharini. Dort mevsimli bir sehirde olmayi da seviyorum. Umarim hep boyle dort mevsimli sehirlerde yasarim.

pir pir pir

Dun biraz bizim parklarda dolastim. Gol kenarinda ne kadar cok yaban cicegi var bu aralar. Aslinda sonbahardayiz, gunesin bir isitip bir bulutlarin arkasinda kaldigi gunler. Buna ragmen farkli cicekler aciyor bu mevsimde ve kelebekler bu ciceklerde dans ediyorlar. Dun bu kadar kelebek gormusken biraz cekeyim bari dedim.
 Kelebek fotografi cekmek pek bir zormus. Tam netliyorum, isik ayari yapiyorum, kelebek ucup baska bir cicege konuyor ya da yon degistiriyor. Ben hareket edince hemen uzaklasiyor. Oyle hareketsiz durup benim
cevremde olanlari cektim ben de.

Aslinda cicek-kelebek gibi basit bir tema ama zormus guzel kelebek fotosu cekmek. Calismalarim ileride de devam edecek. Bu tur fotograf cekmenin en guzel yani zamanin kelebekler ve guzelim cicekler arasinda kus gibi ucup gecmesi. Benim gibi oyle dunyanin en guzel fotografini cekme kaygisi olmayan biri icin, onlarla gecirdigim zaman pek bir rahatlatici idi.

umay umay

Bu aralar yataktan yogun argin kalkiyorum. Kendime gelmek icin Turk pop muziginin iyi geldigini kesfettim.  Ozellikle benim lise yillarimda cikan sarkilari dinleyip onlara eslik edince beynim biraz kendine geliyor, uyanip hareketleniyorum. Youtube'da bir sarkidan digerine atliyorum. Ne kadar guzel sarkilar varmis benim lise yillarimda ve bu sarkilar benim beyin kivrimlarima nasil yerlesmis. Hepsini ezbere biliyorum ama son bes yilda cikan hicbir Turk pop sarkisini ezbere soyleyemiyorum. Oyle cok begendigim bir sarkiya da hic denk gelmiyorum son yillarda.


90'li yillarin sarkilari arasinda gezinirken Umay Umay'in hareket vaktine rast geldim. Youtube linki surada. At arabali ile cektigi klibi pek severdim zamaninda. Dusmedim daha parcasinda ise Mete Ozgencil'in o derin sesini ve yuz ifadesini pek begenirdim. Sanirim sozlerden ziyade bu parcanin muzigini seviyorum.Lise yillarimda benim de Umay Umay gibi kisacik saclarim, tombis bir yuzum vardi. Belki o yuzden ilgiyle dinlerdim onu. Simdi saclar uzadi, o tombisligim de pek kalmadi, aramizda da pek bir benzerlik kalmadi.

                                                   (Zehir orani sifir)


Muziklerinin yaninda Umay Umay fotografci da. Belki cogu insan bilmiyordur. Fotograf sergileri falan acti zamaninda. Fotograflarlarinda siyahi,beyazi ve kirmiziyi agirlikla kullaniyor. Karanlik, huzunlu, dusunduren fotograflari var sarkilari gibi. Fotograflarin kurgusuna cok emek verdigi belli. Fotograflarina verdigi isimlerle, fotograflar daha da dusunduruyor kendilerini. Mesela asagidaki fotografin adi: " God is still motionless" ve benim Umay Umay fotograflari arasindaki favorim.


Bu posttaki tum fotograflar Umay Umay'indir.

Kendime not: Oyle nostaljik takiliyorum su sonbahar ogleden sonrasi, disarida sararan yapraklar, kendini bir gosterip bir kacan gunes, gozlerimin onunde okul donusu  bahceli evimizde tarhana-tursu hazirlarken buldugum annem, bilgisayarimda Turkce sarkilar. Bitirmem gereken bir doktora, kacirilmamasi gereken bir sonbahar. Louisville'deki son sonbahar!!!

bebekler

Bu yil cogu arkadasim hamileydi. Bu arkadaslarim yaslari 25 ile 41 yas arasinda degisiyor. Gecen hafta cok iyi arkadaslarimdan iki tanesi bebeklerine kavustu. Sadece arkadas cevresinde de degil, ailemiz de bebek yonunden hareketliydi bu yil. Iste bizim aileye katilan minik Melek.
Cevredeki bebeklere ek olarak bir de Bebekler filmi geldi piyasaya. Gecenlerde karni burnunda olan bir arkadasla gittik izlemeye. Film insani tum stresinden arindirabilecek kapasitede. Cok ilginc bir proje. Dunyanin farkli yerlerinde dunyaya gelen 4 bebegin, dunyaya alisma turlari ve yaptiklari komiklikler goruntulenmis. Filmin cogu yerinde kahkahalar havada ucustu sinemada. Film birden fazla kez izlenebilir sirf gulmek icin sanirim.

Bebekler Tokyo, New York, Mongolya ve Afrika'dan. Tokyo'daki bebek neredeyse teknolojinin icine doguyor. New York'daki bebek de modern dunyaya gozunu aciyor ama en cok Tokyo bebeginde teknoloji rahatsiz edici. Afrika ve Mongol bebekler tamamen dogal ortamda, modern dunyadan uzakta buyumekteler.

Afrikali ve Mongol bebeklerin buyumelerinde anne ve kardesler onemli rol oynarken, New York ve Tokyo'da babanin da bebegin hayatindaki yerini goruyoruz. Bazi bilimsel calismalar babalik rolunun dogal bir icgududen ziyade sosyal bir dayatma oldugunu soyluyor. Bu film de dogal insan hayatinda babalarin rolunun erken yaslarda cok da etkin olmadigini gosteriyor.

Benim bebekler arasindaki favorim Mongol bebek oldu. Abisinin kiskancliklari ve ona yaptigi zulumlar ayri bir komikti. Kecilerin, ineklerin, bogalarin, horozlarin bebegin yani basindan ayrilmamasi ayri bir komik. Mongolya'daki o muthis doga goruntuleri zaten apayri guzeldi. Orta Asya'dan gelen taraflarim bir bir sizladi goruntulerle ve dogal yasam tarzi ile.


Film boyunca bebeklerin hayatinda hayvanlar da yer almakta. Modern dunyada sadece kediler varken, Mongolya ve Afrika'da cocuklar her turlu hayvanla icice. Filmden en cok aklimda kalan Mongol bebegin etrafindaki hayvanlardi. Ozellikle gorkemli bir horozun bebegin yattigi yere gelmesi cocuklugumdaki horoz korkumu gundeme getirdi. Kucuklugumde evimizin horozundan cok korkardim da. Hala benzer korku varmis icimde. Horoz bebege birsey yapacak diye korktum resmen.


Modern dunya bebegi ile dogal yasam bebegi arasindaki bir diger fark da, modern dunyada bebeklikten baslayan yalnizlik. NY'da ve Tokyo'da bebekler pek bir yalnizken, tek baslarina zaman gecirirken, ozellikle Afrika'li cocukgun cevresinde bol bol baskalari gozukmekte. Hatta bazen filmin karakteri bebegi ayirt edemedim diger bebeklerden.




Afrikali bebegi gorunce aslinda modern dunyada bebeklere harcanan onca paranin gereksizligi de ortaya cikiyor. Sadece anne sutu yetiyor galiba. Afrika'da olunca ust bas almaya da gerek yok, bebek bezi zaten gereksiz. Annesi misir kocani ile bebegi ve kendini temizliyor.


Amerikali bebek, bebekler arasinda en sakini idi. Bu Amerikan bebeklerinin sakinligine hayranim. Ucakta saatlerce bebekli ve kucuk cocuklu annelerle seyahat ediyorum. Bir citlari cikmiyor cocuklarin, kimseyi rahatsiz etmiyorlar. Nasil beceriyorlar bu kadar sakin cocuk yetistirmeyi hala cozemedim.

Neyse cok uzatmayayim yaziyi. Filmi izlemesi gercekten eglenceli. Bebekler iki yasina geldiginde film bitti. Keske daha ileri yastaki evreleri de cekseler de izlesek. Dunyaya gelen tum bebeklere ve geleceklere 'Hosgeldin bebek yasama sirasi sende' diyelim.

Istanbul'u dinliyorum

Bu fotografi Besiktas'ta cektim. Hosuma gidiyor bakmasi. Kendimi Besiktas'ta oturdugum o bankta Istanbul'u izliyor gibi buluyorum. Denizin kokusu, balikcilarin dingin dingin denizi seyretmesi, ortalikta dolasan kedileri hatirliyorum. Bir yaz gecti ben Istanbul'daydim ama simdi yine uzaklarda....



Bu fotografi ise Eminonu'nde cektim. O kalabalik, Eminonu'nun hic biryerde bulunmayan farkliligi, aksam saati kosusturmasi.



Bunu ise tabii ki Istiklal'de cektim. Dunyanin farkli sehirlerinde cok kalabalik caddelerde yurudum bugune kadar ama Istiklal'deki kalabaligi, canliligi pek bir yerde gormedim. Dogrusu beni yoran bir kalabalik bu. Istanbul'a her gittigimde giderim Istiklal'e bir kez. Ama bir daha gitmeye enerjim ve istegim kalmaz.



Bu seferki Istiklal ziyaretimde tramvay arkasina bir rock grubunu takmis bir sekilde yolcu tasiyordu. Yaninizdan tramvay gecerken bir yandan rock muzik dinliyorsunuz. Var mi otesi:)



Istanbul'da genelde Sultan Ahmet bolgesindeki hostellerde kaliyorum, bir hostel Turk vatandasi oldugum icin beni reddetti. Amerika'da bir otelin veya hostelin Amerikali bir vatandasi kabul etmedigi gorulmemistir. Pek bir igrenc durumdu. Her neyse Turkiye'de sevgili muzekart hizmeti ile tum muzelere bedava giriyorum. Bu sene muzekart ile en az 10 farkli muze veya oren yeri gordum. Cok faideli bir kart. Ayasofya'da gezerken gelen turistlerin otontikligi hosuma gitti. Iste otantik bir kadin. Bu arada Ramazan'da Sultan Ahmet'te olmak cok guzel bir duyguydu. Ozellikle iftardan gece yarisina olan surec cok hareketli, cok ruhani. Cok istememe ragmen 1001 icat sergisini goremedim. Ama suradan Ben Kingsley'in oynadigi 1001 inventions videosunu izledim ve bir sekilde sergiyi gormus kadar oldum.


Istanbul'da uzun zamandir yapmadigim birsey yapip Bogaz turuna katildim ve en son durakta, Kavacik'ta inip guzel cupralari mideme indirdim su manzara esliginde. Pek bir lezizdi.


Yine daha once yapmadigim birsey yapip Yedikule'ye gittim. Bizans'in en buyuk kapilarindan birini, sehrin duvarlarini, bogaz trafigini, yedi kuleyi gordum. Kimsecikler ziyaret etmiyor burayi ama benim bu sene Istanbul'da yaptigim en farkli aktiviteydi.



Istanbul'un ve Turkiye'nin her bir parkinda olan su egzersiz aletlerini ben de denedim. Bayiliyorum bunlara ve insanlarin bunlara olan yaklasimina. Simdi hic isinmadan kumas pantalon ve utulu gomlekle bu aletleri kullanmanin Turk kas yapisina ne tur faydalari olacagini merak ediyorum. Yine de bunu ureten firmanin girisimciligine hayranim.


Bunun haricinde Beykoz korusunun cay bahcesinde en lezzetli tavuk gogsunu, Ciragan sarayinda en lezzetsiz baligi, Sultan Ahmet'te dillere destan Sultan Ahmet koftesini ve irmik helvasini, Bogazici'nin dillere destan kampusunde degisik Turk yemeklerini yedim. Bogazici'nin kampusu harbiden guzelmis. Ciragan sarayinin ici Dolmabahce'ye gore daha alcakgonullu ama daha yasanabilirmis. Muthis avizelerine hayran kaldim. Onun haricinde pek bir gorulesi bir ozelligi yoktu.

Istanbul'da tabii ki tum eski camileri ziyaret ettim. Istanbul'un mimari anlamda en onemli yapilari camileri. Maalesef Turkiye Cumhuriyeti zamaninin en onemli mimarisi olan, kutucuk seklindeki apartmanlar ve bu apartmanlarin ustundeki canak antenler Istanbul'u pek de guzellestirmiyor. Daha siki mimarlara, sehir tasarimlarina ihtiyaci var Istanbul'un.



Istanbul'da ilk kez gezinin yaninda is yuzunden de bulundum. Konferansa katilmam gerekiyordu bes gun boyunca. Her sabah erken vakitte kalkip nefes alinamayack kadar dolu bir aractan otekine binmek hosuma gitmedi. Bir lokasyondan digerine gitmek icin iki uc farkli arac degistirmek yorucu, bunaltici. Insanlarin kosusturmasi, gerginligi, mutsuz yuzleri cok yorucu. Bu konferansin bitmesini ve Istanbul'dan ayrilmak icin gunleri saydim ve ben de herkesin vardigi sonuca vardim. Istanbul'da turist olmak, guzel koselerine gitmek, vapulara binmek, balik yemek, cay icmek, simit yemek pek bir tatli da, orada calisip monoton bir hayatin kacinilmaz bir parcasi olmak pek bir korkunc.

Bir de gezinin muzigini ve su anda dinledigim albumu tanitayim. Beyazit'tan Cemberlitas'a dogru yururken bir kitapcidan ruhlari dinlendiren ney'i duydum. Girdim kitapciya. Sordum ne caldigini ve aldim albumu. Salih Bilgin ve Murat Eydemir'den Neva albumu. Pek bir rahatlatici.


Hoscakal Istanbul bir dahaki turistik gezime kadar...