Osama

Uzun zamandir herhangi bir film uzerine yazmamistim. Sanilmasin ki bu arada hic film izlemedim, izledim de, kayde deger bir yapim bulamadim. Bu film uzerine de yazmaktan emin degildim. Film sonunda hikayeye uzulmekle beraber, ne kadarinin dogru ne kadarinin abarti oldugunu dusundum. Nedense bir yanim inanmak istemiyor Afganistan'da yasanan acilara. Ama bir yanim tum bunlarin dogru oldugundan emin.

Filmde, Taliban doneminde Afganistan'da kadinlarin neler cektigini gosteriliyor. Evin tum erkeklerini savasta kaybeden bir aile, 13 yasindaki kizlarinin saclarini keserek ve kiyafet degisimiyle, onu evin erkegi yapiyor. Cunku o donemde kadinlar calisamiyor. Erkeksiz sokaga cikamiyor. Ailenin sofrasi ekmek yuzune hasret. Bir muhallebici dukkaninda calismaya basliyor kiz, erkek kiligina girdikten sonra. Ama cok buyuk baski hissetmekte. Kiz oldugu anlasilirsa idamla cezalandirilacak. Bir sure burada calistiktan sonra Talibanin adamlari tarafindan kesfediliyor. Taliban bolgenin tum erkek cocuklarini egitmek icin topluyor. Hem askeri hem dini bir egitim. Tabii bizim kizi yani Osama'yi da alip okullarina goturuyorlar. Burada birilerinin onun kiz oldugunu anlamamasi icin epey caba gosteriyor Osama. Egitim sirasinda pratik olarak gosterilen gusul abdest alma olayinda, hocasi onu periye benzetiyor. Diger erkek cocuklar bunun ustune gidip onun kiz oldugu ile ilgili suphelerde bulunuyorlar. Agaca tirmanarak erkek oldugunu ispata calisan Osama, hocalari tarafindan bir su kuyusuna asilarak cezalandiriliyor. Ceza'nin etkisi ile Osama'nin ayaklarina dogru kanlar akmaya basliyor. Boylece Osama'nin kiz oldugu anlasiliyor. Taliban'in adamlari onu hapse atiyor. Sonra halk onunde idam karari veriliyor. Bu arada oradan gecen 75 yasindaki bir adam, onunla evlenebilecegini soyluyor. Bunun uzerine kiz ona teslim ediliyor. Adam Seyyal Taner'in Leyla sarkisini soyleyerekten onu 4 esli 30 cocuklu haremine goturuyor. Film adamin gusul abdest almasiyla bitiyor. Filmin hikayesi tam bir acilar kesmekesi. Hikayeden nedense cok etkilenmedim. Nedenini cidden bilmiyorum. Belki oyunuclarin gozlerindeki acinin katilastirdigi ifade bana da gecti.

Ben filmin asil muziklerini ve goruntulerini cok begendim. Filmin yonetmeni Siddiq Barmak, altin kamera odulu ile donmus Cannes'dan. Muziklerini Mohammad Reza Darvishi yapmis. Cok basarili buldum sanatciyi. Kandahar filminin muziklerini de kendisi yapmis. Filmin asagidaki fragmaninda muzikten ve goruntulerden kirintilar bulunabilir.



Sonuc: Yuzune acinin izleri yerlesmis 13 yasindaki bir kizin uzucu bir hikayesi. Tam bir dram. Youtube videosunda sadece muzigi dinlemek bile ne kadar derin bir aci oldugunu hissettiriyor.

bıraktığın izler...


Silinecekler birer birer...
(Bir nurvenur fotosu)

göçmüş kediler bahçesi

Bir yil once bu zamanlar okudugum halde tum oykuleri tum ayrintilariyla hatirliyorum. Oykuler metaforlarla dolu. Bilge Karasu'nun derinligi kitabin her kosesine sinmis. Kitabin icinde benim favorilerimden biri olan "Dehlizde Giden Adam" adli oykuden sonra gelen kisacik bir pasaj var. Onu aktarayim.

"Adamin biri bir deniz baligi tutmus gunun birinde, o kadar sevmis ki yaninda hep kalsin istemis. Her gun suyunu tazelermis, denizden kova kova cekip tasiyarak. Bir sure sonra usanmis deniz suyu tasimaktan, musluk suyunu denemis. Balik biraz tedirgin olmus ama alismis sonunda tatli suya. Gel zaman git zaman adamin icinde bir merak olmus, tatli suya alisan balik havaya da alisir mi diye... Balik once bogulayazmis, debelenmis, sonunda havaya da alismis. Gunlerden bir gun adamin denize gidecegi tutmus. Baligi da yaninda. Koymus onu cakilligin golgeli bir kosesine, kendi de denize girmis. Cocuklar geciyormus oradan o ara. Baligi gormusler. Nasilsa, acimislar, bu balik karaya vurmus, yazik, denize atalim, demisler. Adam deliler gibi yuzup yetisesiye balik boguluvermis denizde."

The Bastard of Istanbul

Bol karakterli, bol tasvirli, cinli-perili bir kitabi daha Elif Safak'in. Her Elif Safak kitabi gibi, insan elinden birakmak istemiyor kitabi. 3 gunde bitirdim, yapmam gereken onca ise ragmen. Ingilizce versiyonu gercekten akici. Kitap sonrasi arastirmalarimdan, Turk okurun Turkce cevirisinden pek hoslanmadigi anlasiliyor. Ama ingilizcesi tatmin ediciydi. Arastirmalarimdan, kitabin adindaki pic lafinin cogu okuru ve kitapciyi rahatsiz ettigi anlasiliyor. Ben adini cok rahatsiz edici bulmadim dogrusu. Ama turkce adi ile ingilizce adinin neden farkli oldugunu merak ettim. Biri "Baba ve pic" digeri "Istanbul'un pici". Ben ikisini de kitapla tam ozdeslestirmedim. Ben olsam "Asure" koyardim herhalde ismini. Sadece isimleri degil, kapak tasarimlari da farkli cevirilerde.

Turkce tasarim: Benim favori kapagim bu. Bence kitabi iyi yansitiyor. Bir catinin altinda binlerce olmayi, tanelerin sacildiktan sonra dagilmasini, dis kabugun altinda binlerce kanli olayin olabilecegini, her ailenin disaridan sakladigi aci verecek sirlarinin oldugunu animsatiyor bana.

Ingilizce tasarim: Ingilizce tasarimi şık ama kitabla ilgisi yok. Hicbir metaforik ozelligi yok.


Italyanca tasarim: Minareye girmis bir nar. Bu genocide'e direkt gonderme. Allahtan minare nar suyuna boyanmamis. Bence hic dusundurmeyen bir kapak tasarimi.

Neyse kapak tasarimlarnini verdikten sonra, kitaba ve yazara tekrar doneyim. Oncelikle birkac olumlu sey soyleyeyim kitapla ilgili. Farkli kulturlerin yasam tarzlarindaki degisiklerin saptamasi kitabin guzel yani. Ben ozellikle Amerika tarafindaki gozlemleri cok sevdim. Hala US'i gozlemleme asamasinda oldugumdan herhalde. Her kitapta Elif Safak bir konuya yonelik bilgisini ispatliyormus gibi geliyor bana, bu kitapta da farkli kulturlere ait ne kadar cok sey bildigini gosterdi. Pinhan'da ne kadar Osmanlica kelime bildigini ve cinler-periler-dervisler-tekkeler uzerine neler bildigini gostermisti. Kendisini tebrik ediyorum.

Simdi de bu kitabin onceki kitaplardan farkina gelelim. Bu kitapta Elif Safak Turkiye'li olmasindan oturu bir rol ustlenmis. Onceki kitaplarinda, Turkiye'de yasayan bir grubun elcisi degildi. Simdi Ermeni'lerin elcisi olmus. Yasadiklari surgunu dile getirmis. Bunu yaparken bir Turk ile bir Ermeni aile kullanmis. Turk aile akil sagligi yerinde olmayan, tarihini bilmeyen kadinlardan olusmakta. Ermeni aile gorece daha derli, toplu. Biraz aile icinde birbirlerine cok karisiyorlar, ama akil sagliklari yerinde, tarihlerini biliyorlar. Turk aile ise garipliklerle dolu. Turk tarafi gecmisinden bihaber. Ermeni kizdan "Turkler ermenileri oldurdu, o kista kiyamette surdu" lafini duyunca ah "Turkler canavar olmali" diyecek kadar catlak kadinlardan olusmakta Turk aile. Yani tamam cogu ortalama Turk, Ermenilere hangi tarihlerde neler yapildigini birebir bilmiyor olabilir de, bu kadar da salak degiliz. Bu kadar da Turk kimliginden soyutlamiyoruz kendimizi. Evin kizinin erkek arkadasinin ismi Aram ama bu Turk aile Aram'in hic Ermeni oldugunu dusunmemis. Turklerin dummy'ligi gereginden fazla abartilmis kitapta bence.

Aci ceken bir Ermeni ailesi ile Istanbul'da zevki sefa suren bir Turk ailesinin, soykirimin iki yanini temsil etmesi pek de adil degil. Yazarin yansizligini bozuyor. Cocuk masallari yazan masum bir Ermeni yazarin bir gecede evinden apar topar alinip oldurulmesi. Acimamiz icin daha ne kadar duygu somurusu yapabilirdi, bilemiyorum. Kendimi sezercik'in senaryosunu okurken hissettim bazen.

Yazar okuyucuyu Ermeni ailenin acili tarihine uzulmeye, onlara acimaya, ailenin yerine koymaya o kadar zorluyor ki. Zorluyor diyorum cunku, bir degil, iki degil, kac kez ayni tehcir farkli Ermeni insanlar tarafindan dillendiriliyor. Yazar "Turkler tarihini unutur, Ermeniler 100 yil oncesini gun-be-gun hatirlar" diyor, ama bu mesaji binlerce kez tekrarliyor. Okuyucuya hic dusunme-tartma-sorgulama sansi birakmiyor. Sanirim ben kitaplarda mesajin ya da olaylarin okura dayatilmasini sevmiyorum. Biraz acik uc olmali okura kalan. Kitabin sonunda 3 kez ailenin soyagaci anlatildi, sanki bir kere de bu iliskileri kuramayacak okur. Zaten bastan belli bunlarin akraba cikacagi, hicbir surprizi yok ki. Sanki buyuk bir kurguymus gibi gururla 3 kez tekrarlamaya gerek yok. "Pic"in babasini da ilk 40 sayfada soyleyebilir, ortalama bir okur. Ama illa kadin dummy okuyucular icin herseyi bir bir aciklayacak, Allah'tan resimler cizerek dugumu bir daha en sonda gostermemis. Ben tum Elif Safak kitaplarinin sonunda hayal kirikligi yasiyorum, bence iyi toparliyamiyor, tatmin edici bir son olmuyor. Mustafa'nin sirf uvey-kizini almasi icin Istanbul'a gelmesi. Ben de yuttum. Peh.

Baskaca, her zamanki gibi Elif Safak gereksiz karakterlerle doldurmus kitabi. Mesela, Zeliha'nin Aram adli sevgilisi oyle zorlamaki. Herhalde sonradan katti kitaba. Kitabin sonunda anlattigi gereksiz olu arabasi soforunun hayat hikayesinde dayanma gucumu kaybettim sanirim. Saymadim ama kitaptaki karakter sayisi 60'dan fazla. Iki ailenin soy agaclari, uzaktan akrabalar, internet'teki karakterler ve Kafe Kundera'daki karakterlerle birlikte. Bir de bazi gereksiz tasvirler-olay anlatislari var. Son bolumde, futbol taraftarlarinin gecis torenini anlatisi 3 sayfayi buldu. Bunu hem de kitabin bitimine 10 sayfa kala yapti. Sanki bu taraftarlari anlatmasa olmazdi. Kitabin butunlugu bozulurdu maazallah.

Kitaptan sonra aklimda kalan sorular: "Osmanli devletinde bazi Ermeniler niye bir gecede toplanip olduruldu, niye Ermeniler evlerinden suruldu, ne tetikledi gercekte bu olaylari, niye baska azinliklar degilde Ermeniler suruldu, kimin fikriydi tum bunlar, kimin karari??". Sanirim bu konularde Elif Safak'in "bir vamis" ile baslayan masalindan cok yansiz gerceklere ihtiyacimiz var.

kas-goz


Bir onceki mesajimda Kas'tan bahsettim ama hic oradan fotograf yuklemedim. Arkadasim benim icin fotografi HDR'ye cevirdi. HDR kisaca su demek, ayni kareyi farkli isik degerleriyle cekiyorsunuz ve sonra bunlari birlestirerek tek bir kare elde ediyorsunuz. Biraz zahmetli bir is ama super netlik ve super isik degerleri elde edilebiliyor. Bu fotografa bakarak Kas hatirlanmaz elbetteki, sadece benim penceremden bir evin penceresi. Iste o kadar....

donus

Tatildeydim. Dondum. Her tatil donusu zor olur da, tatilden boyle elin memleketine gelmek daha bir zor oldu. Her neyse alisacagiz burada yasamaya yeniden.

Turkiye tatilinde bol bol gezdim, yemek yedim, ailemi gordum. Cok fazla film izlemedim. Cok fazla kitap da okumadim. Ama bol bol fotograf cektim. Profesyonel makinem yanimda degildi. O yuzden cok keyif alamadim, ama 2000'e yakin fotograf cekmisim. Bunlardan belki 20 tanesi tatmin edici. Birkacini simdi koyayim buraya.


Fotograf Kusadasi-Davutlar'dan. Cok guzel gunes batiyor bu tatil beldemizde. Gunes batisi haricinde yazlikcilarla dolu bir yer. Milli parkinda denize girmek hostu.




Bu fotograf da Patara'dan. Patara da cok uzun ince kumlu bir plaj var, cok dalgali bir denizi var, muthis bir ruzgar var. Yukarida ki col gorunumu bu ruzgarin sayesinde. Ayrica Sirince, Efes ve Kas'a da gittim tatil boyunca. Sirince'yi cok sirince buldum. Kas'a uc yildir gitmiyordum, ozlemisim biraz, bu sefer hep Kucuk Cakil'da denize girdim. Kucuk cakilda tatli su ile deniz suyu karisiyor, o yuzden bazi yerlerde yuzeyde buz gibi su derinde simsicak su vardi, bol bol daldim, cok guzel balikciklar gordum. Cok dinlendiriciydi Kas.

Tabii Ankara ve Sivas en fazla kaldigim yerler oldu. Ankara'da en sevdigim insan, Sivas'ta kocaman ailem yasiyor:) Bir tane de Sivas yollarindan bir foto yukleyerek bugunku yazima nokta koyayim.