ayse teyze cirt....

Kendimi bildim bileli camasir yikamak en buyuk hobim degil. Kucuklugumde camasir makinemiz yoktu. Camasir yikamak icin soba yakip su isitmak, beyazlari soda ve camasir suyu ile islatip bir saat bekletmek, sonra bu beyazlari oturup citilemek, beyazlarin tam beyaz olmasi(sanki tam beyaz olmasa bizim aileyi avrupa birligine almayacaklardi) icin bir de sodali suda kaynatmak gerekirdi. (Turkiye'de sararan beyaz giymek ne buyuk bir komplekstir tanrim!!) Sonra bu kaynamis beyazlari, tokaclamak gerekirdi. Renkliler icin ise ayri bir prosedur vardi. Renklileri citiledikten sonra direk tokaclayip legenlerde cignedigimizi hatirliyorum. Tum camasirlari durulayip sıktıktan sonra(ki sırf bu islem bile cok yorucu geliyor bana), camasırlar serilmeye hazırdı. Sonra camasirlarin kuruduktan sonra bir de toplama faslı vardı. Bu durum yaz aylari icin kolay, kıs ayları icin oldukca zahmetliydi. Sivas cok soguk bir memleket oldugundan tum camasırlar buz tutar, biz de bu camasırları sobanın yanına sırasıyla sererdik. Sobanin yanina serdigimiz bembeyaz camasirlari bazen unutup beyaz gomlegin tam ortasinda bir yaniga sebep oldugumuzda olurdu. Oturma odamizin heryeri ıslak camasırlarla dolu olurdu o yillar. Camasır icin tum pazarımız giderdi. Annem sabah 7'den aksam 8'e kadar hep ayaktaydı. Pazar gunu(hala en nefret ettigim gun- belki bu camasir seromonisinden dolayi) camasırdan cok yogun oldugumuzdan annem en kolay yemek olan sebzeli bulgur pilavindan baska birsey pisirmezdi, bulgur pilavina da tursu eslik ederdi genelde. Bu yemek bana hala camasir gunlerini hatirlatir. Ertesi gun ellerimizi citilemekten yara olmus bir vaziyette bulurduk.


Bu yillari merdaneli camasir makinesi almamiz, biraz kolaylastirmisti. Ama bu makine ile bile tum gun camasira gidiyordu. Sonralari otomatik camasir makinesi girdi hayatimiza ve annem pazar gunu degil kafasi estiginde camasir yikamaya basladi. (Bu ilk iki paragraftan 50 yasinda falan oldugum sanilmasin:) )


Ailem otomatik makineyle rahata kavussa da, benim hayatimda 17 yasindan sonra ilk cileli donem yine basladi. Universiteyi kazanip yurda yerlesince legenler hayatima yeniden girdi. Sadece kendi kiyafetlerim bile olsa nefret ettigim citileme donemine geri dondum. Allahtan tokaclama olayi yoktu yurtta. Beyazlar icin camasir sulari kullanip, kotlari fircaliyorduk. Bizim yurda haftada 3 kez sicak su verilirdi. Bu verilisler de 3'er saatten ibaretti. 400 kizin kaldigi bir yurda toplam 9 saat sicak su verilmesi, biz kizlari camasir odasinda birlestirirdi. Muthis bir gurultu, bir ugultu, renk renk kucuk legen doldururdu kucuk camasir odasini. Camasir odasinda tum musluklar onceden kapilir, gec gelenler musluklardan cok otelerde camasirlarini yikamak zorunda kalirdi. Ama yurttaki camasir yikama gunleri biraz daha eglenceliydi. Tanidigimiz kizlarla camasir yikarken uzun uzun konusurduk. Ya da yanimizdakini hic tanimasak da orada tanisip yeni bir arkadaslik kurardik. Tabii ilk bes dakikadan sonra tum ozel hayatimizin ayrtintilari ortaya serilirdi. Gorece eglenceli olmasina ragmen ben ayda bir camasir yikardim yine de, herseyi biriktirip kendimi psikolojik olarak camasir yikama gunume hazirlardim. O kadar camasiri yikamak yine oldurucu bir surec ve okula yine citileme sonucu olusan yaralarla gitmek demekti. (Biraz Kemalettin Tugcu demogojisi oldu, sizi aglatmayi istememistim sevgili okur:) ) Neyse bu camasirlari, camasir kurutma odasina sererdik. Ben 2. siniftayken, tureyen camasir hirsizlari (akliniza gelebilecek her turlu camasiri calan ogrenci kizlar) ile camasirlarimizi odamizdaki ranzalarin demirlerine asmaya baslamistik. O su verilen 3 gun odaya girince, 8 kizdan birinin kesin camasir yikamasindan dolayi, cocuklugumdaki gibi yine etrafi bir camasir kokusu almis olurdu. Ben okulu bitirmeye yakin her aksam 3 saat sicak su verimeye baslamislardi. Boylece banyo ve camasir mekani bulma sorunu azalmisti. (Bu yurt anisi bana cep telefonsuz zamanda kizlar yurdunda telefon beklemenin onulmaz cilesini hatirlatti, bir baska zaman da onu anlatayim.)

Neyse okul bitti, ilk evimi tuttum, kendi kazandigim para ile ilk is camasir makinesi almadim tabii. Insan universitede ogrenciyken, para kazanmaya baslayinca sunu alacagim bunu alacagim diye uzun bir liste yapiyor. O listenin icine camasir makinesini koymamisim. Bir yil daha elimde camasir yikadim. Ta kii bir gun cildirip, camasirlari yarida birakip, sitenin karsisindaki elektronik esya satan magazadan otomatik camasir makinemi alana kadar. O ani hic unutmam.

Camasir cilem o makineyi almakla bitmedi maalesef. Hayatima ABD'de devam ettirme karari verip buralara geldikten sonra camasir yine bir soruna donustu benim icin. Simdi bu ABD'nin evlerinde camasir makinesi yok. Yani cogu insanin evinde makine yok. Zenginlerin evinde var sadece. Diger halk da, camasir yikamak icin otomatik camasir makineleri ve kurutucular ile doldurulmus camasirhanelere gidiyor. Camasir yikama olayini yine planlamam lazim yani. Insanlar camasirlarini kocaman legenlere doldurup camasirhanelerin yolunu tutuyor. Buradaki hayatin bir parcasi camasirhaneler, yasam tarzi burada boyle. Bu camasirhane kulturu, Turkiyede iken izledigim Amerikan filmlerinde neden insanlarin camasirhaneye gittigini anlayamadigim gunleri bir bir aydinliga kavusturdu.


Bu camasirhanelerde once camasir makinesine camasirlarinizi dolduruyorsunuz.(Yukaridaki fotoda kapaklari acik olan antik makineler) Bu makineler genelde fi tarihinden kalmis. Program falan secemiyorsunuz. Bir tek suyun sicakligini secebiliyorsunuz. Toplam camasir yıkama suresi 30 dakika ki buna durulama ve cevirip camasırlari sularindan sıkma sureleri de dahil. Boyle olunca ne lekeler gidiyor, ne beyazlar beyaz oluyor. (Annemin sodayla camasir kaynatmasini, oturup bu camasirhanedeki insanlara anlatsam ortadan catlayabilirler herhalde.) Bizim camasir makineleri gibi 3 saat beyazlar yikanmiyor yani. Oyle bembeyaz corap elde etme dertleri yok adamlarin. Herhalde gunumuz dunyasinda camasir makineleri konusunda bu kadar geri olan baska bir ulke yok. Yas camasirlar sonra alinip yarim saat- kirk dakika kurutma makinesine atiliyor. Bu da cekmeyen hicbir camasiriniz kalmamasi demek. Kurutma makinesinden alinan camasirlar genelde camasirhanede katlanilip getirdiginiz plastik legene yerlestiriliyor. Boylece neredeyse bir-bucuk saati bulan camasir yikama sureciniz bitiyor.


Durum camasir biriktirip 10 dakikalik uzakliktaki camasirhaneye, elimde camasir legenleri, deterjanlar ile gitmeye gelince benim camasir yikama olayim yine ayda bire indi. Bu gidisler tamamen cileli bir surec benim icin. Ozellikle arabam olmadigi zamanlar bir de otobuse binip giderdim, otobus kacinca otobusun gelmesini bekle falan. Tam bir basagrisi yani. Her neyse gecen sefer gittigimde elime makine alip biraz fotograf cekeyim dedim. Bu yazinin amaci da bu kontekstin disinda anlamsiz kacacak bu 3 fotografi koymakti iste. Diger bir ilham kaynagim benim eve yakin bir camasirhanede(bu camasirhanedeki makineler 1920'li yillardan kaldigi icin pek gitmiyorum oraya) calisan 75 yasinda bir amca. Bu amca tam 50 yildir restoranlarin gonderdigi camasirlari bu makinelerde yikayip, onlari bekleyip ve bu camasirlari katlayarak hayatini gecindiriyor, hem de hergun. Gun boyu adami camasir katlarken goruyorum ve dunyada ne kadar farkli hayat hikayeleri oldugunu dusunuyorum. Sonra doktora ogrenciliginin dunyanin en kotu isi olmadigini dusunup calismalarima geri donuyorum.

Bir camasir hikayesi de burada bitiyor.

taboo

Taboo National Geographic'in hazirladigi bir belgesel serisi. 12 farkli bolumden olusuyor. Her bolumde, bir toplumda normal sayilan bir olgunun bir baska toplum tarafindan nasil yadirgandigini gosteriliyor. Genelde diger kulturleri, bati normlarina gore yargilamis ve diger kulturlerin veya insanlarin tuhaf ozelliklerini birlestirmis ve bu belgesel serisine tabu adini koymus National Geographic. Oysa dunyadaki tuhafliklar gibi bir ad koyabilirmis. Tabu benim kafamda, kendi toplumumuzda konusulmaya cesaret edilmeyen konular. Mesela Turkiye'de ensest gercegi oldugu halde bu konuda konusulmaz, benim icin tabu budur.

Belgesele doneyim. Ilk bolumu yemekler hakkinda. Farkli toplumlarin yedikleri farkli hayvanlarin, bati toplumuna ne kadar tuhaf gelebilecegi gosteriliyor. Benim en tuhafima giden yemek Hindistan'a ait olan bir yemek. Hamile koyunu kesip, karnindan bebegi(kuzucuk) alip bu bebegi yemek yapmak. İlk basta oldukca canice gelen bu yemege, yemegi yapan kisi soyle bir bakis acisi getiriyor. Yumurta yemekten ne gibi bir farki var? Sonucta o yumurtadan da tavuk cikacakti. Bir degisik yemek ise, Afrika'da yenilen fare cevirme idi. Bu fare yemegi, o kabilenin misafirlere sundugu en onemli yemekleri imis. Fare avi zor oldugundan, bu yemegi yapmak ve bunu misafire sunmak cok buyuk bir kibarlikmis. Turkiye'de yedigimiz en garip yemekleri dusundum, kokorec-mumbar-iskembe corbasi belki baska toplumlara tuhaf gelebilir.

Diger bir bolumde dis gorunusteki tabulara geciliyor. Dovmenin bircok kulturde hala tabu oldugunu ve insanlarin dovmelilere karsi olan onyargilari gosteriliyor. ABD'de dovme cok yaygin. Dovme yaptiran insanlar da normal insanlar. Mesela ustte fotografini cektigim arkadasim yazilim uzmani. Gayet normal bir hayati var ama muhafazakar birinin onu tanimadan yapacagi yargilar onu tuhaf kategorisine sokabilir. Turkiye'de de hala dovme bir tabu ya da aykiri olma durumu. Oysa bence kina yapmaktan veya sac boyamaktan hicbir farki yok. Kisisel bir tercih. Japon toplumunda da bir zamanlara yakuzalar dovmeli gezermis ve gunumuzde japon halki dovmelilere cok fazla onyargi besliyormus. Bir dovmeli Japon profosor, dovmelerine fondoten surup ders vermeye gidiyor mesela.


Bir baska tabu konu da escinsellik veya cinsiyet degistirme konulari. Tek tanrili dinlerin getirdigi kurallar ile birlikte, cogu toplumda escinselligin aciklanmasi veya konusulmasi tabu bir konu iken budist uzak dogu ulkelerinde escinsellik ve cinsiyet degisimleri bir onceki yasamla iliskilendiridiginden normal karsilaniyormus. Yukaridaki fotograf da benim sanat eserim, caddemdeki lezbiyen barin mudavimlerinden abla:)


Bir baska konuda guzellik kavrami.Ilk once yine bir kabileden dis duzeltme toreni geliyor. Bir kadinin disleri cekic ve iv yardimiyla ucgen hale getiriliyor. Bu kabilede kadinlarin ucgen disli olmasi guzellik gosterisiymis. Biz bu cileli operasyonun ne kadar sacma oldugunu dusunurken birden bati toplumundaki insanlarin spor salonunda vucut sekli yapma cabalari veya estetik ameliyatlar gosteriliyor. Birden ilk basta sacma gelen bu dis duzeltme isinin kulturel bir farklilik oldugunu anliyoruz. Bati toplumlari da guzellik anlayisi ugruna cok daha beter acilar cekmekte.


Baska tabular ise bazi mesleklere karsi. Hangi meslegi yapmazsiniz gibi bir soruyla baslayip dunyadaki tuhaf meslekleri gosteriyor. Tabii bu meslekler seciminde, korkularimiz ve tiksintilerimiz goz onune alinmis. Bir tuhaf meslek olan dericilik Fas'ta bir tabakhanede cekilmis. Saatlerce koyun postlarinin nasil deriye donustugu gosteriliyor. Dayanilmaz kokular, kurtlanmalar, saatlerce deriyi igrenc bir ortamda cigneyen cocuklar-gencler gosteriliyor. Turistler, Fas'ta ozellikle bu mekana gitmek istiyorlarmis, kendi sinirlarini zorlamak icin belki.
Ilginc olan baska bir meslek, cesed toplayiciligi. Meksika'da ek paraya ihtiyaci olan insanlarin kaza gecirip olen veya intihar eden insanlarin cesetlerini toplamasi. Sanirim cesetle ilgili hicbir isi yapamam. Bizim toplumumuzda olan, ölü yikama isini de kesinlikle yapamam mesela. Ya da burada olan cenaze evinde cesede makyaj yapma isini.

Bir baska tabu konusu: uzakdoguda bir koyde, kadinlarin birden fazla erkekle evlenmesi. Aslinda sebeplere bakinca olay cok tuhaf gelmiyor. Fakir bir koy bu. Genelde hayvancilikla gecinen. Birden fazla erkek kardes ayni kadinla evleniyor, boylece her evlenene ev acma derdi kalmiyor. Tum erkekler ayni aileden geldigi icin, aile butunlugu de korunuyor. Ayrica, bir kadin ayni anda sadece bir bebege hamile olabilecegi icin dogal bir sekilde cocuk sayisi kontrol altinda tutuluyor. Bu koy halki, tv koylerine gelene kadar bu durumun normal oldugunu dusunuyorlarmis. Ama tv ile birlikte bati kulturunde bu tur evliliklerin olmadigini ogrenmek sok etkisi yaratmis onlarda. Dogrusu koyun sartlarinda bana polygami normal geldi. Erkeklerin birden fazla kadinla evlenmesinden cok daha mantikli bir olay, keske nufusu patlayan ve konut sorunu ceken tum ulkelere yayilsa:)

Daha baska bolumlerde, binlerce ilginclik gosterilmekte.
Sahnede sise yiyen insanlar, civiler ustunde yatip baskalarini eglendirenler gosteriliyor.
Farkli sekillerde iyilesme yontemleri gosteriyorlar, suluk ile zehrin disari atimi ve ari sokmasinin bagisiklik sistemini guclendirmesi gibi methodlar.



Anneleri hapishanede olan kucuk cocuklarin hapiste buyumesi. Bu bizim kadin hapislerinde cokca gorunen birsey oldugundan ben yadirgamadim.Ama batili adalet sistemi, cocugu anneden ayirarak annenin ceza cekmesini amacliyor, cocugun ceza cekmesini degil.
Baska bir konu, kucuk yasta calisma hayatina giren cocuklar.Bu da bizim toplumda cok yaygin. O yuzden garipsemiyoruz ama ABD gibi bir ulkede 10 yasinda tamirci ciragi diye bir olgu yok ve bir batili ulkenin garibine gidiyor bu cocuk isciler.

Diger ilginclikleri, belgesel serisinden izleyebilirsiniz. Farkli bolumlerinden kucuk videolar surada.

Sonuc: Toplumdaki tabularla yuzlesmekten ziyade sinirlarinizi zorlayabilecek bir belgesel. Cok surukleyici ve emek verilmis. Farkliliklara ne kadar aciksiniz? Ne kadar acik fikirli-acik yureklisiniz? Onyargilariniz hayatinizda ne kadar yer kapliyor? Gibi sorular sorduruyor ve bir sekilde sizin zayif bir noktanizi kesinlikle buluyor. Dunyanin farkli koselerinden, farkli yasamlar ilginizi cekerse izlemeniz tavsiye olunur.

Not:Sadece 2 ve 3 nolu fotolar benim. Digerleri National Geographic fotografcilarinin.Onlar gibi fotograf cekemeyecegimi yuzume carpti bu belgesel:)

pencerelerim

Hayatimin son bes yilindaki pencerelerimden goruntuler.

Ilk goruntu: Yuzyil-Ankara'dan. 13 katli bir apartmanin 13. katinda oturup, tum Ankara manzarasina ve Ankara'nin muthis gunes batislarina sahit olan bir pencereydi. Evin tek sevdigim yani manzarasiydi.


Ikinci goruntu: Louisville'deki ilk evimden. ABD'ye gelip ilk yili penceresi duvara bakan bir evde gecirmek, depresifligi katlandirmak icin bire birdir. Ilk yil gelen arkadaslara gun goren evler tavsiye ederim.

Ve su andaki evimin penceresinden. Ankara'daki evimin manzarasi ile karsilastirilmaz ama en azindan hava durumunu disari cikmadan anlayabiliyorum.


Bakalim bir sonraki evimin penceresi bakalim nerelere acilacak???

Haydeeee!!!

Bugun gun boyu Karadeniz muzigi dinledim. Efkan Sesen'in Karadeniz albumu, Kazim Koyuncu'nun degisik albumleri, Fuat Saka tum albumleri, ve Birol Topaloglu'dan ezgiler kulagimda cinladi. Karadeniz muzigi cok otantik geliyor.Sozlerini anlamasam da muzik cok hos. Ozelllikle icinde tulum olan parcalar.

Ben de bloguma Istanbul'da cektigim uc horon fotografı ve iki farkli Karadeniz muzigi koyayim bugunluk.

Ritim

El ele


Isiga Horon


Kazim Koyuncu'dan Hayde (duygusal bir parca)
hayde - Kazim Koyuncu

Birol Topaloglu'dan Nani Nani (tam horonluk- lab ortaminda dinlenilmemeli:) )
Birol Topaloðlu - Nani Nani -

Kizilderili Esintili Sonbahar

Sehrimizin en guzel uc parkinin isimleri soyle: Cherokee, Seneca, Iroqouis. 3 isimde Kizilderili temali.

Cherokee: Amerika'nin dogusunda yasamis olan bir kabile. Asagida 1800'lu yillardan bir Cherokee sefi.

Seneca: New-York civarlarinda yasamis olan bir baska Kizilderili kabile. Bir Seneca Kizi asagida.

Iroquois: Kuzey-dogu Amerikasinda 5 kabilenin birleserek kurdugu bir birlik.

Simdi'de parklarimizdan goruntuler. Ilk once, Cherokee parkindan bir goruntu..


Ve Seneca parkindan bir goruntu.


Ve son olarak Iroquois parkindan bir goruntu.

Sehrimizden bugunluk bu kadar.

sonbahar, dur gitme!!!

Bir mevsim bitiyor sehrimde, yapraklar son hizla dokuyor yapraklarini.

Renkten renge giren agaclar, seyrine doyulmaz manzaralar cikartiyor ortaya.

Sonbahara ozgu "yaprak hisirtisi muzigi" yapmak icin dokulen yapraklar tum imkanlari sunuyor sevenlerine.


Yapraklarini doken agaclar yavas yavas ciplaklasiyor.

Artik dallarin dallara ayrilmasinin guzelligi ile yetinmenin vaktidir!!


Sonbahar'a su tatli sarki eslik etsin.
Koop Island Blues - Koop

New York'tan enstanteneler

New York'a bu ikinci gidisimde cok uzun kalamadim, yine de kisacik zamanimda olabildigince tadini cikarmaya calistim sehrin. Gypsy adli bir Broadway sovuna gittim. Uzun zamandir canli bir performans izlemiyordum. Biraz sabir duygumu kaybetmistim, onu anladim:) Sovun basrolundeki Patti Lupone ve onun kizi rolundeki Deborah Gibson basarili bir performans sergiliyorlar. Sovda bir orkestra arkada canli calarken(gorunmez bir sekilde), onde oyunumuz sahne buluyor. Gypsy'nin konusu hirsli bir annenin cocuklarini star yapmak icin olan tutkusu. Cocuklari buyumesine ragmen yillarca ayni cocuk oyununu onuyorlar, sonunda da hic is teklifi alamamaya basliyorlar, ama anne(mama rose) yine de idealinden vazgecmiyor. O inadindan vazgecmese de kizlari bu hayalden tek tek kopup kendi yollarina gidiyorlar. Kisaca sovun konusu bu. Bu konunun ustune 3 saatlik bir oyun oynaniyor. Dans, muzik, sarki var oyunda. Sov tamamen seyredenleri eglendirmeyi, guldurmeyi amaclamakta. Eglence amaci ile gidilmeli Broadway sovlarina sanirim. Bu beklentide giderseniz beklediginizden cok daha fazlasini alabilirsiniz.


Biraz da New York'ta cektigim birkac fotografi paylasayim.

Yagmurlu bir Broadway aksami

Diagonal sehir (Benim garip tarzimda bir fotografim, tabii ki en sevdigim de ayni zamanda:))

Mola
HOPE diyelim!!!

80'ler geri geldi(Cocuklugumun müjde corap reklamindan cikmis bir kare gibi. New York'ta moda anlaminda tamamen 80'ler hukum surmekte, karpuz kollar, dize kadar gelen kazaklar, strec pantolonlar, dongu devam ediyor.)
Marlbora man!!!(Adam pek bir Amerikali geldi, dayanamayip cektim.)


Bu arada New York'ta bu sefer East Village'teki Village Inn Hostelinde kaldim. Tam sehrin ortasinda, SOHO'ya iki dakika mesafede, ucuz, temiz ve guzel. Gitmek isteyenlere ve kalacak yer bakanlara tavsiye ederim. Bir New York gezisi de burada bitti.

bir poster dizayniri

Gecen hafta Washington DC'de ki The National Portait Gallery muzesine gittim. Muzede daha cok Amerikan tarihinden ve kulturunden onemli isimlerin portreleri ve onlarin yasam hikayeleri vardi. Bu portrelerin cogunu tanimadigimdan gezerken cok zevk almadim. Ama muzenin bir salonu sadece posterlere ayrilmisti. Film veya dergi posterleri genelde. Posterlerin hepsinde de portreler vardi. Muzenin en cok bu bolumunu sevdim sanirim. Poster dizaynirlari arasinda da en cok Sven Brasch dikkatimi cekti.

Muzede bulunan bir Charlie posteri asagida. 1918 yilindan, Sven Brasch imzali bir poster.
Sven'den bir Grate Garbo posteri.

Sven'den bir baska poster.
ve ondan son bir dergi kapagi posteri.
Son poster "Politiken" adli dergi kapagi posteri. Gunun anlam ve onemine uygun bir poster. Genc nufusun ve tum azinliklarin oylarini alan, yeni baskanimizin Amerika'da dillendirilmeye cesaret edilmeyen tum sorunlari cozmesi umudu ile. Savassiz bir 4 yil olur umarim onumuzdeki yillar.

bar kokhba

Bir arkadas onerisi ile kesfedilmistir, cok sevilmistir, burada da paylasilmasi munasip gorulmustur.

sınır çizgisi


-kus olmak bile sınırları asmaya yetmez bazen...

Meksikali bir ressam

Bugun 1 Kasım Oluler Gunu. Kim icin oluler gunu derseniz, latin Amerika'lilar icin derim. Cogu Latin Amerikan ulkesinde, olen insanlarin anildigi, onun icin dualar edildigi, olenin favori yemekleri ve iceceklerinin hazirlanip bu yiyeceklerle mezarinin ziyaret edildigi bir gun. Huznun yerine nesenin hakim oldugu bir gun. Day of the Dead ile Halloween birlesince Amerika'nin en iskeletli haftasi ortaya cikiyor. Bu ara nereye bakarsaniz kuru kafalar ucusuyor ABD'de.


Ben de bugunun etkisi ile ve gecen hafta gezdigim Museum of modern art(MOMA-NY)'da beni etkilemesi nedeni ile bugun bir Meksikali ressamdan soz edeyim blogumda: David Alfaro Siqueiros

Meksikan devriminde aktif bir rol oynamis ve 4 yil hapiste yatmis ressamimiz. Toplum icin sanat olgusunu benimsemis. Resimlerini duvara yapmis cogunlukla, bu tur duvar ustu eserlere "muralism" denilmekte. Siqueiros farkli acilardan gorulebilen resimler yapmaya calismis.

Ilk resim su anda evimde de bulunan( tabii ki posteri:) ): "Echo of a Scream" (Gercegi cok daha etkileyici)


The Sob (Hıçkıra hıçkıra ağlamak)


The Sleep

Angustia
Otoportre bir duvara yapilmis, yukaridaki fotografina bakarak yapmis sanirim.

Bir oluler gununun sonuna geldim, tum olulerimiz nur icinde yatsin diyelim...th