organ

ABD'de bir onemli gundu bugun. Memorial Day. Sehitleri ve gazileri anma gunu. Diger bir adla tum halk icin dinlenme, piknik, mangal yapma gunu. Benim icinse bisikletle ve youtube'le gecen saatler oldu. Youtube'a bir girdim, ciktigimda 3 saat gecmisti. Dolayisiyla bugun izlemem gereken filmi izleyemeden yarin kutuphaneye teslim edecegim. Neyse artik bir daha aliriz.

Gecenin en begendigim youtube parcasini paylasayim siz sevgili okurlarimla. Unlu bir Bach eseri. Pipe organ ile icra edilmis. Lutfen sonuna kadar dinleyin. Toccata ve fugue terimlerini bilmeyen benim gibi muzik cahili bir insan bile cok sevdi.




Bu parcayi begenmemde belki gecen haftalar gittigim bir organ konserinin etkisi var. Konser oncesi organ'a karsi biraz onyargi beslemekteydim ne yalan soyleyeyim. Genelde kiliselerde calinan, tiz sesler cikaran bir enstrumandi benim icin. Biraz kulaklarimi tirmalamaktaydi ne zaman dinlesem. Fikrim konser sonu degisti. On yargilarim sayesinde konserin ilk baslari eziyet gibi gecti dogrusu, sonra anlamaya, zevk almaya calistim, zorladim kendimi, konser bittiginde organi seven biriydim. Sanirim iyi bir muzisyene denk geldim, sansliyim.

Organ hakkinda birkac bilgi: Borulari olan bir alet. Sesi piyano gibi tellerle degil bu borular yardimiyla cikartmakta. Piyano gibi keyboardi da var. Genelde 5 katmanli bir keyboard sistemi var. Keyboardun yaninda duraklari ayarlayan kolcuklar var. Pedallarda cok karisik.(O yuzden parcada adamin ayaklari da elleri kadar gosterilmis.) Aleti iyi calmak basli basina bir dert. Benim onyargilarim kotu calanlardan da kaynaklanmakta belki.

Bence organi calan kisilerin en buyuk dezavantajlari, cok yuksekte bir yerde olan enstrumanla seyircilerden cok uzak olmalari, diger bir kotu yon seyircilere arkalarini donup aleti caliyorlar. Bir de yanlarinda kollarla oynayan adam cok dikkat dagitici.

Daha fazla ayrinti suradan temin edilebilir.

Sonsoz: Organ'dan korkmayalim:) Ama her organ gordugumuzde dinlemek icin cok gonullu olmayalim:) Secelim:)

rashomon

Akira Kurasowa'nin 1950 yapimi bir filmi. Imdb'de 8.4 puani var ve ilk 250'de 72.sirada. Imdb'deki ilk 250 filmi seyrettim demek adina, bu filmi de seyrettim.


Film yagmurlu bir gunde Rashomon adli bir tapinakta basliyor. Bir rahip ve bir ormanci
sahitlik yaptiklari bir cinayet davasindan cikmis, anlatilan hikayeler kafalarini karistirmis biraz. Bu arada mahkeme cok degisik. Sadece taniklari ve olaya karisanlari goruyoruz. Karar veren ve soru soranlar yok. Sorulari da duyamiyoruz. Cevap veren kisi soruyu tekrarliyor. Biz de boylece ne soruldugunu ogreniyoruz.


Cinayete sebep olan olaylar soyle gelisiyor. Bir adamla karisi bir ormanda bir yere gidiyor. Kadin at ustunde gidiyor, kocasi bir elinde atin yulari ile yuruyor. Kadin yuzunu tul ile orten degisik bir sapka takmis. Yani kadinin yuzunu uzun bir sure gormuyoruz. O sirada ormanda uyuklamakta olan bir haydut'un yanindan geciyorlar. Haydut bunlari suzuyor, sonra uykusuna donuyor. O arada hafif-tatli bir ruzgar esintisi oluyor, haydut esintinin etkisiyle gozlerini aciyor. Ayni ruzgar kadinin tullu sapkasini araliyor ve kadinin yuzu goruluyor. Bu ruzgar cok hos bir ayrintiydi. O yuzden anlatayim dedim. Kadinin acilan yuzu asagida.


Haydut kadinin yuzunu gorunce tekrar uyuyamiyor. Kocasini bir yere baglayip, kocasinin onunde kadina tecavuz etme planini kurup, plani gerceklestiriyor. Bu tecavuz olayindan sonra kadinin kocasi olduruluyor. Ama bu olum sekli haydut, kadin ve olen adam tarafindan baska baska anlatilmakta. Olen adamin ruhunu cagirip mahkemede konusturuyorlar, o yuzden onunda ifadesi aliniyor. Garip ama gercek. Her neyse olumun gerceklesme sekli 3 kisi tarafindan soyle anlatilmakta:

-Haydut tecavuze kadinin direnmedigini, hatta kendini ona verdigini soyluyor. Ve kahkahalarla atiyor. Cok sinir bozucu bir gulusu var bu haydutun. Neyse tecavuz sonrası haydut, kadinin bu olayi bilen iki kisinin olmasindan utandigini, bu utancla yasayamacagini soyledigini ve haydutla kocasini duelloya zorladigini, duelloyu kazananla yasamina devam edecegini soyledigini soyluyor. Duelloda iki tarafinda iyi oldugunu ama sonucta kocasini oldurdugunu soyluyor. Cinayet sonrasi kadinin kacmis oldugunu ve onu bulamadigini da ekliyor savunmasina.

-Kadin haydutun tecavuz sonrası kactigini soyluyor. Elleri bagli kocasiyla yalniz kaldiklarini ve kocasinin ona suclayici gozlerle baktigini, bu bakislara dayanamadigi icin kocasina beni oldur dedigi ve o arada bayildigini, ayildiktan sonra kocasinin olu oldugunu soyluyor.

-Ruh aleminden gelen koca karisinin hayduta kacmak istedigini, haydutun da kadinla evlenmek istedigini, kadinin hayduttan kocasini oldurmesini istedigini soyluyor. Ama sonucta intihar ederek oldugunu soyluyor. Boylece olu oldugu hala onurunu koruyor.

Mahkemede cinayet olayini gormedigini soyleyen ormanci bir adam bu tapinakta cinayeti gordugunu ve gordugunun bu uc hikayeden de tamamen farkli oldugunu soyluyor. Ormancinin hikayesi: Haydutun kadina tecavuz ettigi, sonra kadina evlenme teklifi ettigini, kadinin kabul etmeyip kocasinin yanina gittigini, kocasinin kadini onur-lekelenmesi nedeniyle reddettigini, bunu goren haydutun da birden kadindan vazgectigini, kadinin olaylar karsisinda sinir krizi gecirip ikisini asagilayan bir konusma yaptigini ve bu konusma sonucu duellonun gerceklestigini, ve haydutun kocayi oldurup kactigini soyluyor.

Bu hikaye anlatislari bittiginde yagmurlu tapinakta bir bebek bulunuyor, tapinakta dinlenen adamlardan biri bebegin kimanosunu calmak isteyince olayi anlatan ormanci ile bebegin kimonasini calmaya calisan adam arasinda tum insanlarin bir kavga oluyor, iki taraf da birbirini bencillikle ve yalancilikla sucluyor. Bu bebek olayi senaryoya sonradan eklenmis, o yuzden de cok siritiyor. Oss'de hangi cumle paragrafla ilgili degildir sorusunun filmvari sekli olan hangi sahne filmle ilgili degildir sorusuna cevap teskil etmekte.

Film boyunca yagan yagmur ormanci ve diger sahidin kafasindaki kusku arttikca artmakta. Filmin sonunda gunes cikmakta. Bu gunes'de bir yorumcuya gore insanogluna yine de guvenebilecegimize dair umudu simgelemekte.

Sonuc: Film hakkindaki yorumum: biraz eski ve bazen sikiliyor insan tum bu cinayet ayrintilarindan, yine soyluyorum haydutun gulmesi cok sinir bozucu. Filmin anafikri: bir olaya olayin icinden bakis son derece ozneldir. Birseysel duygular, onur ve gurur gibi etkiler, olayi yanlis yorumlamaya hatta hatirlamaya neden olur. Bu etkilerle "somut gercek" son derece carpitilabilir. Hatta olayi yasayanlar somut gercege degil kendi yarattiklari gecege inanirlar. Bu aralar feminist oldugum icin su yorumu da yapmadan gecmeyim, kadina haydut tecavuz etti, ama kadin suclu oldu, kocasinin onurunu yerle bir eden kadin oldu. Sonucta da namus cinayeti islendi. Biktim bu erkek egemen namus dayatmalarindan. Bu kadar diyorum filmle ilgili. Baska bir filmde bulusmak uzere.

Kucuk bir not: Youtube'da filmin tamami bulunabilir.

iki iran filmi(two women ve the circle)

Gecen hafta halk kutuphanesinden aldigim iki Iran filmi izledim. Ikisinde de ortak tema kadin haklari idi. Dogrusu izlerken tuylerim diken diken oldu. Gerilim filmi izleseydim bu kadar gerilemezdim. Bu tur filmler beni acayip feminist yapiyor. Neyse filmlere geceyim.



1) Two Women(Iki Kadin): Filmde Tahran üniversitesinde mimarlik bolumunde okuyan iki kiz ögrenci var. Kizlardan birinin zengin ve modern bir ailesi var, kiz derslerde cok basarili degil. Digerinin tasrada yasayan kapali bir ailesi var, kiz cok caliskan. Caliskanligi ve zekasi sayesinde parasini kendi kazaniyor. Ozel ders falan veriyor. Kizin ismi Feristah:) Cok aktif ve cesur. Resmi:




Goruldugu uzere guzel biri, filmde tabii ki daha genc. Her neyse, bizim bu Feristahin pesine bir serseri dusuyor. Feristah once umursamiyor bunu. Ama serserimiz Feristah'in pesini birakmiyor. Onunla evlenmek istiyor. Evinin onunde motosikletiyle saatlerce bekliyor. Her okul cikisinda kizi bekliyor ve izliyor. Bir sure sonra cok sinir bozucu bir tip haline geliyor. Sivas'ta da boyle kiz pesini birakmayan cok fazla serseri vardir. Eve kadar takip ederler falan, hala da yaygin bir serseri furyasi var memleketimde. Aman Allahim, izlerken bir garip oldum. Neyse donem bitiminde Feristah ailesinin yanina gidiyor, bu arada serserinin bunu unutacagini, izini de bulamayacagini dusunuyor. Ama yaniliyor. Yazin ortasina dogru Feristah Tahran'daki kiz arkadasini telefonla aramak icin disari cikiyor ve karsisinda onu goruyor, ikisi arasinda bir kovalamaca basliyor. Serseri motosikletli, kiz arabali. Neyse cocuklarin oynadigi dar bir sokaga giriyorlar ve serserimiz bir cocuga carpip onu olduruyor, Feristah'in arabasi da bir cocuga carpiyor ama cocugu sadece yaraliyor. Serserimiz hapse giriyor. Dogrusu serserimiz icin de uzulmedim degil, bir kizin yuzunden hayati mahvoldu cocugun. Olaylar karsisinda baba kizinin, ailesinin serefini bes paralik ettigini ve bu seref kurtarma isini yalnizca onu evlendirerek asacagini dusunuyor. 40 yaslarinda olan Ahmed ile evlilikleri bir oldu bittiye getiriliyor, Ahmed evlenirken kizin okula devam edebilecegini soyluyor. Kiz da direnmeyi birakiyor ve evleniyor. Bu Ahmed tam bir piskopat cikiyor. Hatta filmi izledikce keske serseriyi secseydi dedim. En azindan daha yakisikliydi. Bu kocasi kizi sokak kapisindan disari bile baktirmiyor, cok kıskanc, Tahranda ki kiz arkadasini aratmiyor, telefonu ise giderken bir yere kilitliyor. Bizim aktif ve caliskan kizimizin hayati bir anda karabasana donusuyor. Gunden gune sonup gidiyor. Bosanmak istiyor, hakim uygun bir gerekce gormedigi icin kizi bosamiyor. Sonrasinda hamile kaliyor ve iyice vazgeciyor herseyden. Sonra bir cocuk daha. Gizli gizli cocuklarin kitaplarini okuyor, okuma istegini bastirmak icin.

Cok uzatmayayim. 14 yil kendi evinden cikmadan, iki cocuguna bakarak, gunden gune ozguvenini, kisiligini kaybederek yasiyor. Filmin sonunda kocasi Ahmed ölüyor ve o da bagimsizligina kavusuyor. Filmin basindaki kisiyle sondaki kisi ayni degil.


Sonuc: Ben filmi cok basarili buldum. Hayatin gidisinin bazen insanin kendi elinde olmadigini gosteriyor. Bu yonuyle kader temali filmlerin vazgecilmez yonetmeni Inarritu'nun filmlerini hatirladim. Erkek egemen bir kulturde kadina verilen deger veya degersizlik cok iyi gosterilmis. Kiskanc, anlayissiz, anne sozu dinleyen bir erkegin bir kadina neler cektirebilecegi, kizini haksiz yere suclu ilan eden bir babanin nelere sebep olacagi, pasif bir annenin kizina kadinin yeri kocasinin yanidir zihniyeti. Sevse de dovse de kocandir zihniyeti yani. Maalesef Turkiye'de de o kadar ornegi olan zihniyet yapilari ki. Ozellikle Ankara'nin dogusunda boyle anne babalarin hala var oldugunu bilmem, Ankara'da yurtta kalirken disari cikarken kisa kollu tisort giydi diye kiz arkadasini tartaklayan erkeklerin hala oldugunu bilmem, beni gerdi de gerdi. Filmde oyunculuklar cok basarili. Filmin maalesef imdb puani cok dusuk. Ama bu puana cok kanmamak gerek. Benim son zamanlarda izledigim en iyi filmlerden. Hala tum ayrintilari aklimda:)


2) The Circle: Bu film hakkinda cok konusmayayim cunku cok sevmedim. Bu film biraz sistem elestirisi. Iran'da kadina verilmeyen haklar vurgulaniyor. Tek basina otobuse binememe, otelde kalamama, gece disari cikamama, sigara icememe vesaire vesaire. Filmde farkli kadinlarin oykuleri anlatiliyor, ama cogu havada kalmis. Oykuler birbiriyle iliskisiz. Ana fikir olarak Iran'da kadinlar ikinci sinif vatandas, yanlarinda bir erkek yoksa hicbirsey, duzeltilmesi gereken cok sey var falan filan. Bu film ile Turkiye arasinda bir ozdeslik kurmadim Allah'tan. Biz cok iyi durumdayiz. Cok sikici bir filmdi aldigi odullere ragmen. Sadece Farsca'dan Turkceye gecen kelimeleri tespit ederek zaman gecirdim.

Sonucun sonucu: Iki film sonrasi Iran'li erkek arkadaslardan kose bucak kacmaya basladim:)

avenue montaigne

Louisville'de aktiflesme cabalarima sehrin film klubune katilarak devam etmekteyim. Film izlemek icin saat 1'de bulusup Baxter Theater'da Avenue Montaigne diye bir Fransiz filmine gittik. Cok uzun zamandir sinemada film seyretmiyordum, ozlemisim biraz. Yine cok uzun zamandir gunduz 1'de film izlememistim. Dogrusu bu durumu tekrarlayacagimi sanmiyorum, tek avantaj bilet fiatlarinin ucuz olmasi o saatlerde. Ama gec kalkan insanlar icin pek onerilmez. Her neyse filme gecelim.


Film bir sanat merkezinde gecmekte. Sanat galerisinin yeri Paris'te cok yogun olan Montaigne Avenue'de(Danismanim bu Avenue'nun cok guzel ve cok onemli bir yer oldugunu soyledi.). Sanat galerisine yakin bir kafe var. Bu kafeye sanatcilar takilmakta genelde. Filmin bas kahramani bu kafe'de garson. Modern bir Polyanna garsonumuz. Kafede calismaya basladiktan sonra sanat galerisinde olan bitenle icli disli oluyor. Sanatcilarin yasamina giriyor.





Sanat galerisinde baslica 3 sanat olayinin hazirliklari olmakta.

1) Bir piyanistin konseri: Piyanistimiz cok yorgundur, o sehir senin bu sehir benim dolasmaktadir, artik bu duzenden cikmak istemektedir. Mutsuzdur, bunalimdadir. Basin mensuplarindan kacmaktadir. Piyanosunu muzikten anlayan (tek hata da tuyleri urperen) elit kesime calmaktan bikmistir, halka da ulasmak istemektedir. Hatta filmde hastanede kot pantolan ve kazak giyerek piyano caldiginin ruyasini gormekte. Karisi da piyanisti bu duzene zorlamakta. Kocasinin bunalimini anlamamakta.



2) Yasli bir koleksiyonerin tum koleksiyonunun acik artirimi: Bu koleksiyoner zengin, sirf hayattan kopmamak icin bir genc sevgili bulmus, aralarindaki sey sevgi uzerine degil, kiz adamla parasi yuzunden birlikte, yine de adama sadik. Bir noktada adam tum koleksiyonunu acik artirimla satmaya karar veriyor. Koleksiyonu aslinda onun hayati. Her parcanin ozel bir anisi var, cogu da olen karisiyla ilgili. Ozellikle "kiss" diye bir heykelcik var karisinin cok sevdigi. (Yukaridaki foto heykeli, adami ve bizim Jessica'yi gosteriyor). Bir turlu kiyamiyor ama yine de acik artirmaya koyuyor eseri. Koleksiyonun da bir yasami oldugunu ve adam icin bu koleksiyon olayinin öldügünü soyluyor. Bu adamin film boyunca agzindan cok hos cumleler cikmakta. Genc oglu ile arasi iyi degil bir de. Olen annesinin yerine boyle genc para duskunu bir kizla birlikte oldugu icin babasini suclamakta oglan. Film ilerledikce biraz konusmaya ve birbirlerini anlamaya basliyorlar.


3) Bir tiyatrocunun Shaksepere oyunu: Tiyatrocumuz da cok yetenekli ama o da artik icinde bulundugu yogunuktan bikmis, devamli bir oyunun bir parcasi, ayni zamanda bir tv dz'sinde para kazanmak icin oynamakta. Cok yetenekli bir kadin. Tum halk bunu seviyor, cok unlu. Ama artik yaptigi seyler ve hayati onu tatmin etmiyor. Sinir krizinin esiginde her zaman. Hayatina anlam katacak bir filmde oynamak istiyor, hem de hicbirsey karsiliginda.


Filmin sonunda uc sanat olayi da gerceklesiyor.

1) Piyanistimiz konserin ortasinda sinir krizi gecirip giydigi frankini cikartiyor, konsere fanilasiyla devam ediyor, karisina rest cekmis oluyor boylece. Rahatliyor. Karisi da kocasini birakamiyor sonucta.
2) Acik artirmada adamin oglu "kiss" adli esere talip oluyor, baba oglunu acik artirmaya katildigini gorunce eseri cekiyor ve ogluna hediye ediyor. Boylece aralari duzeliyor.

3) Tiyatrocu kadin oyunda yonetmenin soylediklerine karsi geliyor, oyuna kendinden birseyler katiyor, halk da onu oyunda izleyen yonetmen de oyunu cok seviyor. Yonetmen kadina Simone de Beauvoir'i oynayacagi bir film teklifi aliyor. Kadinin hayatina bir anlam katilmis oluyor.


Filmin sonunda herkes mutlu oluyor. Youtube'dan kucuk bir fragman.



Sonuc: Filmde olaylar ve kisilerden cok ayrintilar anlamli. Hem piyano eserleri hem Fransizca sarkilar filme cok sey katmis. Paris her zamanki gibi cok guzel. Insanim simdi orada olmak vardi diyesi geliyor. Ortam cok entelluktuel. Amerika'da zor bulunan bir ortam yani:) Filmi izlerken cok fazla Amelie'yi hatirladim. Bu filmin bas-karakteri de Amelie gibi dunyaya farkli, olumlu bir pencereden bakiyor. Diger karamsar karakterlere de biraz olumlu dokunuslar da bulunuyor. Film cok rahatlatici, eglendirici, seker. Filmden gulumseyerek cikmak dogal. Amerikan filmleri gibi yapay da degil. Tavsiye edilir.

blues

Bu hafta halk kutuphanesine gittim. Biraz muzik cd'lerini karistirdim. Neredeyse 20'ye yakin album aldim. Limit 99'mus, dogrusu inanamadim. Bu halk kutuphanesininin butun sehire yayilmis subeleri var, en buyugu benim eve yakin olani. O yuzden daha fazla album bulmak mumkun. Ben jazz, latin, ve blues albumlerine yoneldim. Cogu hic duymadigim sanatci. Ozellikle latin albumlerin sarkicilari hakkinda daha once hicbir bilgim yoktu. Bizim labda ki latin arkadasa gosterdim, o da cogunu tanimiyor, yani olay benim cahilligimden kaynaklanmiyor. Aldigim abumler arasinda en cok bir blues albumunu begendim. Derleme bir album. En favori parcam kesinlikle Bobby McFerrin'in su sarkisi oldu. Aslinda bir yerlerde duymuslugum var. Bir yerden hatirliyorum ama tam cikaramiyorum.



Diger bir sarkici da cikolata renkli ve sesli Cassandra Wilson. Sesi kaymak gibi. Dogrusu cok gec bir kesif oldu.



Cassandra Wilson'dan yola cikarak baska bir Blues sanatcisina ulastim.
Sarah Vaughan'in sesi de cok hosuma gitti. Eskilerden kaymak sesli bir Blues sanatcisi.



Daha once de Blues parcalari dinlemistim, ama ya dogru albumler dinlemedim, ya da dogru sanatcilar. Bu sefer gercekten cok sevdim. Bakalim kutuphanede kopyalanmayi bekleyen daha ne kadar album beni beklemekte. Bugun biraz kisa oldu, paper yorgunlugu diyelim..

alice in wonderland


Alis Harikalar Dunyasini kucukken cizgi film olarak izlemistim. Kucuklugumde alip okuyayim diye de pek merak etmemistim. Universitede bilm tarihi dersinde Paul Feyerabend'in Bilgi Üzerine Üç Söyleşi adli kitabinda rastlamistim. Daha sonra da Escher,Godel,Bach:Bir Edebi Gökçe Belik adli kitabinda rastladim. Kitabin neden bu kadar atif aldigini merak ediyorum dogrusu. Ben de okumayi erteleyip durdugum Alis Harikalar Diyarinda'yi bugun kutuphaneden aldim. Evimin karsisindaki Central Park'a gidip okumaya basladim. Okudukca cizgi filmden sahneler gelmekte gozumun onune. Ozellikle yasanan olaylari cok iyi hatirliyorum. Cizgi filmden hatirlamadigim sey, Alis'in dusunceleri. Ya cizgi filmde yoktu dusunceler ya da ben hatirlamiyorum. Neredeyse 20 yil oldu:)
Alis bir tavsanin arkasindan bir cukura dusuyor ve harikalar dunyasina erisiyor. Burada hersey bir garip, hayvanlar konusuyor, Alis birseyler yiyip ictiginde buyuyup kuculebiliyor, iskambil kagitlari beyaz gulleri kırmızıya boyuyor, cay icilmeyen bir cay partisi oluyor, saatleri degil gunleri gosteren bir saat var, bir domuz yavrusunu evlat edinen bir duses var, vesaire vesaire.
Her neyse Alis cok analitik dusunen bir kizimiz. Mesela soyle bir soru soruyor tavsanın arkasindan bosluga duserken:

- "I wonder how many miles I've fallen by this time? I must be getting somewhere near the centre of the earth. That would be four thousand miles down. "
ya da cay partisinde mantik kurallari tartisilmakta, soyle bir teorem ortaya atip, bunun hep dogru oldugunu savunuyor.
- " 'I see what I eat' is the same thing as 'I eat what I see' " Bu teoremi baska bir hayvan soyle curutuyor: 'I breathe when I sleep' is the same thing as 'I sleep when I breathe'. Her zaman dogru olmayan bu teorem aninda curutulmus oluyor.

Burada yazarimiz Lewis Carroll'un matematik ogretmeni olmasinin katkisi var sanirim.

Alis'in bir diger ozelligi, cok felsefi sorulara yanit aramasi, ornek:
- " I wonder if I've been changed in the night?...... When I got up this morning, I can remember feeling a little different. But if I'm not the same, the next question is 'Who in the world am I?'. Ah, that is a great puzzle"
Bir de Alis ile bir kedi arasindaki dialogu koyayim.
Alice: Would you tell me please which way I ought to go from here?
Cat: That depends a good deal on where you want to get to.
Kitabin sonunda Alis ablasinin kucaginda uyaniyor ve herseyin bir ruya oldugunu anliyor.
Kitapla ilgili cok fazla dedikodu var bir de. Lewis Carroll'un kucuk cocuklara duskunlugu(kitaptaki bazi siirlerde Alis'le aralarindaki bir iliskiden bahsedilmekte) ve ya Lewis Carroll'un uyusturucuya olan duskunlugunu gosterdigi iddia ediliyor.
Baska bir faydalı bilgi de matematigi ve analitik dusunmeyi cocuklari sevdiren bir kitap olarak da unlenmis kitap. Hatta su sitede kitapla iliskilendirilen matematiksel sorular yayinlaniyor.
Sonuc: Kitapta matematik ve felsefe kurallari biraz sorgulanmakta, dusunmeyi sevenler icin hos bir kitap. Kitaptaki siirleri anlamak icin orijinallerini de bilmek gerekiyor kanımca. Lewis Carroll, dil oyunlari yapiyor cogu yerde. Bu da ayri bir tat katiyor. Lewis Carroll'un British Ingilizcesi biraz okumayi yavaslatabiliyor. Yine de hemencecik biten bir kitap. Artik bu kitaba referans veren kitaplari gonul rahatligi ile okuyabilirim:)

iki konser

Derslerin bitmesi ile bir rahatlama donemi yasamaktayim, boyle zamanlarda donem icinde yapamadigim onca seyin acisini cikarmaya calisiyorum. Bu hafta iki konsere gittim. Ikisi de farkli ulkelerin muziklerini calan gruplardi.



Ilki Opus Cuatro: Arjantinli 4 yasli erkekten olusan grubumuz Ispanyolca sarkilar soylemekteydi. Seyirci'nin %80'i Ispanyolca konusmakta ya da anlamaktaydi. O yuzden amcalar hep Ispanyolca konustular. Grup 39 yillik bir grupmus. 2 tenor, 2 baritone ve 1 bass'tan olusuyor. Tango, Valse ve Jazz soylediler. Enstruman kullanmıyorlar cok fazla. Insan sesini kullanarak muzik yapiyorlar. Web sitelerinde ornek birkac parcalari bulunabilir. (Sala de Audio kisminda) Benim en sevdigim parca Alfansino y el mar oldu. Zaten sarkiyi biliordum da koral tinida dinlememistim. Maalesef internet sitelerinde bu sarki yok. Konserin sonunda tum salon Volver'i soyledi hep bir agizdan, cok kiskandim dogrusu. Bir konserde bir sarkiya eslik edememek yabanci olmak demek, Turkiye tatilinde bir konsere gidip ben de sarkilara eslik etmezsem:)



Ikinci konser Roads to You konseri idi. Bu grup da baska ulkelerden, ama bunlarin ki biraz karisik. Ben de bu karisikligi dile getiren bir foto cektim.





Genelde orta dogu agirlikli enstrumanlardan olusmakta grup. Bu sefer konsere ahalisinin %50'si orta dogu'dan gelmeydi. Ozellikle bizim orta dogulu bolumumuzun cogu konserdeydi:) Konserdeki ezgiler cok tanidik, bizim oralardandi. Kanun dinlemeyi ozledigimi hatirladim. Konserin en dertli enstrumani buzuki'ydi. Filistin asilli biri calmaktaydi. Onun dertli taksiminden sonra oyun havalarina gecis oldu. Sanirim bizim oralarinin muziginin bir parcasi ya da fakir ulke psikolojisi. Hem nese hem huzun, tum duygular derin, bir duygudan zit bir duyguya gecis kolay. Ayni seyi latin muziklerinde de hissedebiliyor insan, fado dinleyip aglayan halk salsa muzigi de uretebilmekte. Konserde ayrica biraz latin, biraz uzak-dogu, biraz klasik muzik de vardi.

Her neyse, grup biraz baris elciligi rolune soyunmus, Kralice Nour sponsorlugunda yola cikmislar. 26 yasinda Urdun'lu bir cocugun onderliginde. Kendi muzigini Amerikaliara tanitarak 9/11'in etkisi azaltmaya calisiyormus. Blah Blah Blah..... Her neyse muzik anlaminda orta denilecek bir gruptu bence, daha oturmamislar. Bu bizim Urdun'lu cocuk besteler yapmis, genelde onun bestelerini caldilar. Parcalar cok tanidik bize, oyle pek kulaga farkli gelmiyor, konser boyunca bunu bir yerden hatirliyorum ama nereden modundaydim.
Ornek parcalar buradalar. (Burada org biraz sinir bozucu, gercek konserde diger muzik aletleri baskindi) Her neyse cok elestirmeyeyim, cok fena bir konser degildi yine de. Eglendim en azindan ve de kendimi cok yabanci da hissetmedim.



Konser cikisi, ay ve yildizin da fotosunu cektim. Bizim burada pek bayrak seklini almadi ama yine de Venus cok yakindi aya. Arkadasin teleskopu ile aya ve venuse baktik sonra. Venusu teleskopta bulmak zorlu da olsa sonunda bulduk, ay zaten cok guzeldi teleskoptan. Biraz ozendim dogrusu teleskopa, kimbilir belki benim de birgun bir teleskobum olur:)

history of violence

Ismini gecen sene bizim bolumdeki arkadaslardan duymustum. Siddetin traihcesi. Cok iddiali bir ismi var. Yonetmen David Cronenberg. Yonetmenin soyismi de cok yonetmenvari, akillarda kalan bir soyisim.

Film kucuk bir Amerikan kasabasinda gecmekte, kahramanimiz Tom Stall bu kasabada kucuk bir lokanta isletmekte. Cekirdek bir ailenin babasi, esi, bir kizi ve bir oglu var. Oglu kavgayi anlamsiz bulan bir lise ogrencisi. Karisi guzel,seksi ve degisik fantezileri var. Bir motele gidip ponpon kiz kliginde kocasiyla sevismek gibi. Karisi Tom'un dunyanin en iyi adami olduguna inanmakta. Buraya kadar hersey guzel hos. Neyse birgun bu kasabanin yakinlarina iki belali adam geliyor. Hatta film bu iki tipin nedenini anlamadigimiz bir sebepten dolayi iki adam bir cocuk oldurmesi ile basliyor. Nedenini sonradan da ogrenmiyoruz, adamlar tam anlamiyla piskopat. Neyse bu iki adam aksam da bizim Tom Stall'un lokantasina gidiyor, olay cikartip, Tom'a silah dogrultuyorlar. Tom cok maharelti bir sekilde silahi eline gecirip bu iki adami da lokantasinda olduruyor. Kendini ve garsonunu korumak icin adam oldurdugunden birdenbire kahraman ilan ediliyor. Tum tv'lerde haber oluyor. Ayagindan aldigi yaranin tedavisinden sonra sevdikleri tarafindan kahramanca karsilaniyor hastane cikisinda. Ama bu olay Tom'un unutmak istedigi gecmisini ve unuttugunu sandigi olum ve siddet duygularini diriltiyor. Tom bu kasabaya gelmeden once abisine bagli olarak calismakta. Isi adam oldurmek. Bu hayattan kacmis, baska bir isim altinda baska bir hayat kurmak istemis. Basardigini da dusunmekte, ama bu olay basarmadigini gosteriyor. Siddet ve oldurme hissi sadece bastirilmis, uyanmaya hazir. Her neyse tv haberlerinden sonra eski belalilari kasabaya geliyor. Sinir bozucu bir sekilde adami ailesini izlemeye basliyorlar. Bas belalisi Ed-Harris. Dogrusu Ed-Harris'in oyunculugunu cok begendim. Her neyse Ed Harris, Tom'un karisiyla konusup adamin gecmisi hakkinda bilgi veriyor kadina, kadin inanmak istemese bile kafasinda soru isaretler olusuyor. Sonucta butun aile Tom Stall'un eski kimligini ogreniyor. Baskiya dayanamayan Tom, Ed Harris'in cetesini de ustalikla olduruyor, bu arada kavga etmeyi bile anlamsiz bulan oglu babasinin hayatini kurtarmak icin Ed Harris'i olduruyor. Masum oglunda da birden siddet genleri aciga cikiyor. Boylece siddetin bir gen oldugu ispat edilmis oluyor, abi, kardes ve yeni generasyonda oldurme egilimi var. Bu olaylar sonucu Tom'un mutlu ailesi diye birsey kalmamistir. Tom son olarak uzun yillardan gormedigi abisinin evine gidiyor, abisiyle uzun yillardan gorusmemis. Orada da abisi dahil bir bes-alti kisi olduruyor. Sonra abisinin evinin bahcesindeki golde yikaniyor, arinma anlamina gelmekte sanirim bu. Sonra tekrar evine gidiyor, ailesi sessiz bir sekilde kabul ediyor onu. Ama artik aile icinde hicbir sey eskisi gibi degil, aile saadeti siddetin kurbani.

DVD'nin special features bolumunden, siddet sahneleri ile ilgili arka perde calismalari var, ayrica cikarilan sahneler var da. Kucuk bir ayrinti: filmde beyni dagilan adamin yuzunun kanamasi sahnesi ve boynuna basilip oldurulen adamin agzindan kan gelme sahnesi Avrupa ve US dagitimlarinda farkliymis. Birinde daha fazla kan kullanilmis, abartilmis, birinde daha az.Hangisinde daha cok kan kullanildigi soylemeye gerek yok sanirim.

Filmde tum oyuncularin gozlerinde bir sogukluk var. Hicibirinin gozu veya yuzu gulmuyor. Herhalde film adina basarili buldugum nadir seylerden biri bu. Kucuk sevimli cocuk da bile bir gulus yok.

Filmin ozet niteliginde olan kisa bir videosu:




Sonuc: Film kesnilikle benim tarzim degil. Izlerken cok bunaldim dogrusu. Buraya yazarken bile bunaldim. Hicbir gercekciligi yok benim icin. Ayrica cok sacma seyler var. Mesela adam polisin gozu onunde bu kadar adam olduruyor, ne hapse giriyor, ne mahkemesi oluyor. Sacma buldum dogrusu. Benim icin Cuneyt Arkin filmlerinden bir farki yoktu filmin. Yonetmen neyi kanitlamaya calismis anlamadim. Tamam herkes zorda kalinca adam oldurebilir, masum insan yoktur falan, hepimizin bir yani siddeti sever. Her neyse filmdeki tum olumler anlamsizdi benim icin, hos anlamli cinayet olur mu onu da bilmiyorum ya?

kolja(kolya)

Film 1996 Cek yapimi. Prag o zamanlar Rus devletinin isgalinde. Cekler Ruslari pek sevmemekte. Halk fakir. Sanatcilar issiz. Bu yuzden sevmedikleri isleri yapmaktalar. Bas kahramanimiz ismi Louka, 55 yasinda, Cello sanatcisi. Ama filarmonide calmayali yillar olmus, cenaze torenlerinde cello calmakta, para bulmak icin mezar taslarindaki yazilari da parlatmakta. Muzisyen olmak icin bekar olunmalidir sozune uyup hayati boyunca evlenmemis. Bekarligindan da sikayetci degil hani. Prag'da bir cati katinda yasamakta. Kadinlari seven bir kahramanimiz var. Uzun iliskiler ona gore degil. Evine kadinlar getiriyor ara sira. Kahramanin bir yani hala cocuk, birlikte calistigi kadin operacimizin etegini kaldiriyor mesela. Kahramanin kardesi yillar once Almanya'ya gocmen olarak gitmis. Bu vatanindan kacamiyor, saplanip kaliyor oldugu yere. Annesini arada bir gormeye gidiyor. Annesi hala kacan oglunu sevmekte, ondan bahsediyor hep, yillardir gormedigi icin sevgisini kacan ogluna adamis. Uzakta olan daha bir kiymetli oluyor. Elinde olan oglunun bir degeri yok gibi.


Parasizliktan bunalan, bir araba alma ozlemiyle yanip tutusan kahramanimiz evlilik karsiti olmasina ragmen Rus bir kadinla sahte bir evlilik yapmaya razi oluyor. 6 ay icinde bosanabilecegi icin cok onemsiyor bu evliligi. Bundan sonrasi biraz Holywood filmleri tarzinda ilerlemekte. Evlendigi kadin aniden Almanya'ya kaciyor, Cek kocasi, Almanya'ya gitme yolunu aciyor ona. Ama kucuk oglu bizim kahramana kaliyor. Aslinda kucuk oglanin (ismi kolya) bir anneannesi var, ama o da hastanede oluyor. Boylece bizim evlilik karsiti, bekarlik sevdalisi kahramanimiz 55 yasinda mecburen baba oluyor. Neyse zamanla birbirlerini seviyorlar, kolya adama guvenmeye basliyor. En buyuk sorun, Kolya Rusca konusuyor, Louka cek dili. Anlasamiyorlar. Tam birbirlerini sevmisken, Kolya Cekce konusmaya baslamisken annesi geliyor ve Kolya'yi aliyor. Film bitiyor.

Film yabanci dalda oskar almis. Filmle ilgili ilginc birsey, bas kahraman Zdenek Sverak ayni zamanda senaryo'da da gorev almis. Filmi ise oglu Jan Sverak yonetmis. Babasini daha onceki filmlerinde de oynatmis. Ama Zdenek yetenekli birisi, oyunculugu goze batmiyor, sadece cello caldigi sahnelerde, gercek cellist olmadigi cok belliydi.

Simdi senaryo aslinda cok siradan ve Hollywood filmleri tarzinda. Ama bu filmi onlardan ayiran bence kucuk ayrintilari. Bu ayrintilar sayesinde Avrupa filmi tadi alinabiliyor. Isik cok guzel kullanilmis, ozellikle benim sevdigim aksam isigi, hafif turuncumsu olan bir isik. Benim en sevdigim ayrintilar:

Buyuk ayrintilar
1) Kolya'nin banyoda kuvettte dus basligiyla olen anneannesiyle konusma sahnesi. Cok kucuk yasina ragmen muthis bir sahne. Dus basligini bir elinden digerine alirken bile muthis. Cok gercek bir sahneydi. Tek eliyle dus basligini tutarken digeriyle dus deligiyle oynuyor. Tam da benim yaptigim sey:) Bir elim telefondayken, diger elim kesin birseyle oynar:)

2) Kolya'nin metroda kaybolma sahnesi, tum cocuklarin bir kaybolma oykusu vardir. O kadar kalabaligin icinde kimsesiz, tek basina, kucucuk. Ama Kolya aglamiyor, oyuna donustuyor, bu kaybolma isini. Gercek hayatta tum cocuklar kaybolduklarinda aglarlar.

Kucuk ayrintilar
3) Kolya'nin nesnelere bakis acisi. Cocuklarin herseyi oldugundan daha buyuk gorme ozelligi vardir, kameraman da nesnelere onun gozuyle bakmis. Sanirim cogu seyi asagidan yukariya dogru cekmis. Bu da nesneleri daha bir farkli gormemizi saglamis.
4) Mezarliktaki melege kameramanin bakis acisi ve melek uzerindeki gunes isiginin oyunlari
5) Giris sahnesinde oten demlik sahnesi, o demlikler hala var mi bilmem ama kucuklugumu hatirlatti.
6) Cek ve Ruslarda caya, cay diyorlarmis:)
7) Doktorun kucuk cocuga ilac yazma sahnesi. Doktorun sadece golgesi var, ilac kutusunun ustunden doktoru ve komutlarini izliyoruz. Hos cekilmis bir sahne.
8) Gokyuzunde bir sahinin arkasindan uzayip giden bir yol goruntusu var. Bu goruntuyu cekmek icin balonla gokyuzune cikmislar, bir sahini balona baglayip onun goruntusunu almislar. 11 yil oncesinin Cek cumhuriyetinde cekilen bir filme tad katmak icin neler yapmislar, cektikleri emek adina benim de buraya yazmam sart. (Filmin bonus materyalinden ogrendim bu ayrintiyi)
9) Bir de arabanin arka camina dusen ucak golgesi var, Kolya'nin ucaginin golgesi Louka'nin arabasina dusmus. Ben de bu aralar boyle bir fotograf cektigim cok tatli bir ayrinti olarak aklimda kaldi.


Sonuc: Film bir basyapit degil, izlenilmese de olur. Ama kucuk ayrintilarla cok tatli, sirin bir Prag filmi olmus. Ayrica Prag'in hos mimarisini degisik acilardan gosteriyor. Rus isgaline deginerek de Cek tarihine dokunuyor. Daha benim buraya yazmadigim milyonlarca ayrinti bulunabilir filmde. Tartisilicak pek birseyler yok filmde, sadece hosca vakit gecirilebilir.

barbarlarin istilasi(invasion of the barbarians)

Bu fimi yanlislikla almisim kutuphaneden. Ilk dakikasindan sonra izledigimi hatirladim. Hem de Turkiye'de Kizilirmak sinemasinda izlemistim, ahh ahh. Buradan Kizilirmak sinemasinin Ankara'nin en iyi sinemasi oldugu cikarilmasin, bir zamanlar guzeldi, odullu filmler gosterirdi sinirli sayidaki izleyicisine. Alisveris merkezlerindeki sinemalar sadece gise yapan filmleri gosterirken, o Avrupa filmleri gosterirdi bos salona. Benim icin ozel bir yeri vardi. Tabii ekonomik kosullara dayanamadi, simdilerde geyik Turk filmleri gosteriyor, para kazanmak icin.

Filme gelelim. Film temelde baba-ogul iliskine dayanmakta. Cogu baba-ogul gibi onlar da anlasamamakta, hatta uzun yillardir birbirlerini gormemisler. Baba eski cicek cocuklardan, evinde binlerce kitabi var. Universitede tarih okutmakta. Her turlu felsefi akima bir zamanlar inanmis, desteklemis. Hala sosyalist. Az para kazanmakta, ama parayla ilgili bir derdi yok. Hedonist bir baba. Kadinlari, ickiyi seviyor. Oglu ise ekonomist, borsada calismakta, elinden telefonu dusmuyor, gunumuzun hastaligi. Iyi para kazaniyor. Oglu tam anlamiyla kapitalist. Ama yuzunde gulumse yok. Bir sevgilisi var, huzurlu bir iliskileri var, ona sadik. Sevgiye inanmiyor bu cift, o yuzden birbirlerine "seni seviyorum" bile demiyorlar, onemli olanin sevmek degil, mantik, guven, sadakat oldugunu dusunuyorlar. Babasiyla oglunun konusmamasinin temel nedeni babasinin annesini aldatmasi, terketmesi. Tabii hayata farkli acilardan bakmalari da onemli.

Filmin konusuna gelecek olursak, baba kanserin son asamasinda. Eski karisi bu sebepten oturu oglunu arayip Kanada'ya gelmesini soyluyor. Ogul istemese de gidiyor sevgilisiyle birlikte. Baba Kanada'da kesmekes bir devlet hastanesinde yatmayi, ABD'de modern bir hastanede yatmaya tercih ediyor. Gitmemesinin asil nedeni olarak arkadaslarinin Kanada'da oldugunu gosteriyor, ama hastanede tek basina olumu beklemekte. Hicbir arkadasi yaninda yok. Neyse oglu babasinin inadini kiramiyor. Onun yerine hastanede ozel bir oda yaptiriyor, son gunlerini yasamakta olan babasina bir jest yapip, tum arkadaslarini tek tek topluyor hastaneye. Babasinin acilarini azaltmak icin eroin arayip buluyor. Zamanla baba ogul birbirleriyle konusmaya basliyorlar, baba ogulu degistiriyor, ogul babayi.


Filmde unutamadigim bir diyalog, baba ile babaya eroin bulmada ve kullanmada yardimci olan
Natalie arasinda gecmekte. (Yukaridaki fotograf) Bu arada babanin adi Remy. Remy hayatinin sonunda ama olmek istemiyor, hayattan vazgecemiyor. Onu yasama baglayan tum zevklerinden vazgecmek istemiyor. Natalie genc olmasina ragmen eroin bagimlisi, hayattan hicbir beklentisi yok, olum ile yasam arasinda onun icin bir fark yok. Bu iki karakter, hastane odasinda adamin hayatini tartismaktalar. Nathalie adama en son ne zaman bir saraptan tad aldigini, en son ne zaman bir kadindan zevk aldigini, ogrencilerinin onu ne kadar taktigini soruyor. Adamin hayata verdigi anlamlar tek tek yikiliyor ve aslinda yasamadigini farkediyor. Onun vazgecemedigi sey gencligindeki yasami, simdiki yasaminda hicbir sey yok.

Baska bir sahnede, Remy kanser oldugunu ogreniyor ve hastaneye yatmasi gerek, verdigi dersi donem ortasinda baska bir hocaya devrediyor. Ogrenciler bu durumu hicte takmiyor. Yeni hoca Remy'nin kaldigi yerden derse devam ediyor, hayat Remy olmadan da devam ediyor.

Baska bir sahnede, Kanada'da bir devlet hastanesinde rusveti kabul etmeyen bir hastane muduru var. Ogul mudure rusvet teklif edip babasi icin ozel bir oda ayarlamaya calisirken mudur "burasi 3. dunya ulkesi degil" diyor. Buna karsin hastanedeki hersey tam anlamiyla 3. dunya seviyesinde. Hersey mafyanin kontrolunde. Ogul hastane mafyasina para vererek ozel odaya kavusuyor. Kanada'nin sosyalist yapisinin altindaki curukler gosteriliyor filmde. Diger bir curukluk de narkotikte. Polis tum uyusturucu camiasini bilmekle birlikte hicbirseyi onleyemecegini de bilmekte. Bu yuzden, narkotik'in amaci bu trafigin duzenli yurumesini saglamak. Onlemek degil.

Filmde kapitalizm ile sosyalizm karsilastirilmakta. Paranin gucu gosterilmekte. Babasinin sosyalist yapisi ve insan iliskilerine olan guveni ile elde edemedigi seyleri oglu parasi sayesinde aninda elde etmekte. Adamin ogrencileri bile para sayesinde adami ziyaret etmekte. Adam hala sevgiye inanmakta. Ama oglu paraya inanmakta. Maalesef oglu hakli cikiyor. Kapitalizm burada soyalizmi yeniyor.

Filmin sonunda Remy kendi istedigi bir sekilde dostlarinin ve ailesinin yaninda, aklinda ilk genclik yillarinda izledigi filmin plajda bacaklarini siyiran kadin yildizi ile birlikte hayata veda ediyor. Kalanlar devam ediyor yasamaya, tekrar donuyorlar geldikleri yerlere, dunya donmeye devam ediyor.

Sonuc: Film izlenebilir. Hayat-olum, sosyalizm-kapitalizm arasinda karsilastirmalar guzel islenmis. Yine de filmin sonunda kesin bir cevap bulunamiyor su sorulara: Remy'nin hayat tarzi mi, oglunun tarzi mi dogru? Sosyalizm mi, Kapitalizm mi? Amerika mi, Kanada mi? Ask mi, mantik mi?

magnolia

Simdi filme nereden baslamali bilemiyorum dogrusu. O kadar uzun, o kadar karmasik, bir o kadar farkli. Damakta degisik bir tad birakiyor.

Filmi izlemeye baslamadan once filmin uzunluguna bakmak iyi bir fikir. Ertesi gune yetistirmem gereken onemli birsey vardi, ben yine de filme basladim. Bitmek bilmedi. 216 dakika. Bitirmeden de insan birakmak istemiyor dogrusu. Bir de bitirdikten sonra bir daha basa donup bir 10-15 dakika daha izledim. Hersey daha bir yerine oturdu. Sonra dayanamadim, special features'leri izledim. Olmadi, imdb'de cogu oyuncunun gecmisine baktim. Yani en az bes saatim gitti. Bu kadar zamanimi phd'ye ayirsam, neler neler yayinlamam:)

Filmde yonetmen hayattaki beklenmedik tesaduflerin nelere sebep olabilecegini gosteriyor. Hic farkinda olmadan birbirimizin hayatini etkiliyoruz. Disaridan hayatlarimiz farkli gibi gozukse de hepimizin muzdarip oldugu sorunlar temelde aynı. Konumlar, mekanlar farkli da olsa yasamlar bir. Hepimiz farliyiz ama bir yandan da hepimiz ayniyiz. Filmin asil temasi da bu. Farkli insanlar, farkli yasam hikayeleri ama bir yerde bu hayatlar birbirine degiyor, hic istemeden, aniden, oylesine. Sonra hayatlar degisiyor.

Bu acidan bakilirsa, filmin Inarritu'nun filmleriyle ortak yanlari var. Film'de temel olarak 12 farkli yasam, 12 farkli insan var. Bazilarinin yasamlarinda cok fazla paralellik var. Evlilik hayatlari gibi (Earl Partridge'in eski karisiyla iliskisi, Jimmy Gator'un karisiyla iliskisi: ikisinde de sevgi var ama ama aldatma, guven yikimi da var ), baba-cocuk iliskisi gibi (Earl ile oglu, Jimmy Gator ile kizi, Stanley ile babasi: hepsinde hayal kirikligi, guven sorunu var).

Bazilari farkli yaslarda ayni hayatlari yasamakta (Stanley ile Donnie gibi ) Iki unlu insanin Frank T.J ve Jimmy Gator, hayran kitlelerine ragmen tatminsiz bir yasamlari var, ikisinin de yarasi var kimseye gostermedikleri. Butun karakterlerde olagan insanlarda gordugumuz siradanlik var. Amerika'da bir bara gidince bu karakterlerin en az yarisini gorebilirsiniz.

Filmin resmi hastaligi kanser, iki yasli erkek oyuncumuz kanser, Earl eski karisini yani asil sevdigi karisini kanserden kaybetmis.


Filmdeki en acinacak hayat, Donnie Smith'inkiydi bence. (Ustteki fotograf, ortadaki karakter) Kucukken kazandigi bilgi yarismalari var hayatinda. O zamanlar cok unluymus. Sonrasinda hayat ona birsey getirmemis. 40'inda bile o gunleri anlatiyor, o zaman kazandigi unu ile ovunuyor. Hayatinda onu seven biri yok. Isinde basarisiz, bir barmene asik(fotograftaki barmene), onun icin disine tel taktirmak istiyor. Onu sadece sevmek istiyor. Ama olmuyor. Oyunculuk anlaminda cok basarili bir is cikarmis William Macy. Filmin en iyileri arasinda bence. Yonetmenimiz onun hayatina acimamiz icin onun yolunda olan bir cocugu da filme katiyor. O da ayni yarismada basarilar elde ediyor, ama gelecekte onu da bekleyen son bu. Tek basina, mutsuz, basarisiz bir yasam.

Diger bir etkili yasam ise Earl Partridge'in yasami. (fotografta hasta olan adam)Yasamin sonunda kanser hastaliginin onulmaz acilari icinde yatakta. Genc ve guzel bir karisi var. Ama akli bir onceki evliliginde ve yillardir gormedigi oglunda. Hastaligin ve yasinin etkisiyle zaman mefhumunu yitirmis. En buyuk pismanligi, eski karisi kanserden oldugunde onun yaninda olmamasi. 14 yasindaki ogluna, annesine bakma yukumlulugunu yukleyip kacip gitmis baska yerlere. Simdi oglunu gormek istiyor. Ama oglu babasini icinde oldurmus. Soranlara babam oldu, annem yasiyor diyor.

Bu arada oglu Tom Cruise, babasinin annesini birakip gitmesini ustunden atamamis, bu durumla celisen bir is yapmakta, kadinlari bastan cikarmayi ogretiyor kadinlar tarafindan reddedilen erkeklere. Bu Earl(yaslı baba)'nin bir de genc ve guzel bir karisi var, bu kadin adamla yasli ve zengin oldugu icin evlenmis, sevmiyormus, tek derdi paraymis, ama adam simdi olum yataginda iken onu deliler gibi seviyor, olmesi, gunden gune eriyip bitmesi mahvediyor onu, onun cektigi acilara katlanamadigi icin zehirli bir ilac katiyor serumuna. Bir zamanlar olumunu istedigi adamin simdi yasamasini istedigi halde, olduruyor. Kadinin oyunculugunu nedense sevmedim, bir kere cok fazla fucking lafi vardi, bir de sebepli sebepsiz her yere agliyor, kadini gordugum sahneleri bir bitseydi modunda izledim.

Bu Earl ve oglunun oykusunde benim sacma buldugum sey: Tom Cruise ile bir tv muhabirinin gorusme sahnesi. Simdi bizim Tom sacma sapan bir seminer vermekte, kadinlari nasil bastan cikartirsiniz diye. Bir tane tv muhabiri ile ropartaji var. Simdi bu spiker gitmis boyle bir adamin annesi ve babasi ile ilgili bilgi toplamis. Sanki halk bu adamin anne- babasi oldu mu kaldi mi cok merak ediyor. Hani gidip eski sevgilisini bulsa, eski sevgilisi de bu adam beni hic tatmin etmedi dese neyse de, anne-babasi ile ilgili bu kadar soru sormasi sacma geldi bana. Belirteyim dedim.



Her neyse baska bir oykumuz ise polisin oykusu, adam dindar, isine bir anlam yukleyen bir adam. Diger karakterlerimizle ortak yani, o da cogu gibi yalniz. Kendi kendine konusup, gunun yorumunu yapiyor. Konusacak kimsesi yok. Farkli yani, icinde umudu olmasi. Bir gun, sevebilecegi birini bulabilecegini dusunuyor. Sonunda uyusturucu icin baskalariyla yatan, babasi tarafindan tacize ugramis ve bu tacizi hala ustunden atamayan ,ozunde iyi bir kizla tanisiyor. Aradigini buldu mu bilemem. Disaridan zit karakterler gibi gorunselerde birbirlerine tutundular.



Filmin en begendigim oyuncusu sessiz sakin ama altin kalpli roluyle erkek hemsire oldu. Su fotograftaki yuz ifadesini film boyunca korudu. Earl ile oglu bulustugunda arkada bir yerlerdeydi. Ama benim izledigim sadece oydu. Onun dokulen gozyaslari. Filmden sonra kutuphaneden Capote'yi almak istedim ama bir turlu bulamadim. Adam sevdigim oyuncular listesine girdi.

Earl'u canlandiran Jason Robards'in da gercek hayatinda akciger kanseri olmasi yine de sonunda olum ve yalnizlik olan bir senaryoyu kabul edip, son derece basarili bir oyunculuk cikarmasi da takdire sayan bir yan.

Filmde anlamadigim seylerden biri kurbaga yagmuru sahnesi. Bu sahnenin filme ne kattigini anlamadim. Kurbaga yagmurunun ne tur bir gonderme oldugunu da anlamadim. Bu sahne olmasa ne olurdu, oldu da ne oldu, bir tulu anlamadim. Ikinci sey ise kucuk zenci cocugun rap sarkisinin ardindaki felsefeyi anlamadim. Ingilizcem hala rap sarkilarini anlayacak kadar iyi degil. Filmi elestirmiyorum bu anlamadigim seylerden. Sadece anlamadim diyorum:)


Fimin muziklerini Aimee Mann yapmis. Asagidaki klipte oyuncularda sarkiya eslik etmis.

"It is not going to stop to you wise up so just give up" diyor oyuncular.

Iste o sarki:






Sonuc: Filmi sevdim. Biraz uzundu. Belki tesadufleri vurgulamak icin bu kadar oykuye de gerek yoktu. Ama sonucta iyiydi. Ozellikle oyunculuklar. Bir de Amerika'ya geldikten sonra Amerikan filmlerinden degisik bir tad almaya basladim. Sokakta gordugum Amerika'lilari, onlarin yasamlarini, ya da mekanlari filmde gormek filmden aldigim hazzi birazcik daha artiriyor.

modern times

Modern Zamanlar: Ilk olarak adini Odtu'de teknoloji ve felsefe dersi alirken duymustum. O zamandan beri izlemek istedigim bir filmdi. O aralar dvd'sini bulamamistim. Burada kutuphanenin klasik filmler almaya baslamasiyla gecen hafta izleme firsati buldum.

Oncelikle cok sevdigimi belirteyim. Sessiz filmlere karsi hep onyargiyla bakmis, biraz kucumsemis biriyim maalesef. Ozellikle cogu sessiz filmin sakarliklar uzerine komedi olmasi, beni iyice uzaklastirmistir onlardan. Bir ara Paul Auster'in "yanilsamalar kitabi"-ndan sonra sessiz film izlemek icin gizli bir merak uyanmisti icimde. Yine de cabuk bastirdim bu meragi. Ta ki gecen haftaya kadar. Hayatimda bilincli olarak izledigim ilk sessiz film: Modern Zamanlar

Neyse filmden bahsedeyim biraz. Oncelikle film sessiz degil. Charlie haric diger insanlarin konusmalari az da olsa var. 1936 yilinda cekilmis. Yani sessiz filmden sesli filme gecme zamanlari. Yine de arada bir siyah bir ekranda aciklayici yazilar cikmakta, sessiz filmlerin kacinilmaz ogesi olan. Charlie masum, iyi niyetli, yardimsever, ama birazcik sakar. Sanirim butun filmlerinde karakteristik ozellikleri ayni.

Filmin en sevdigim bolumu ve en cok aklimda kalan bolumu, ilk bastaki fabrika sahnesiydi.
Burada Charlie bir fabrikada vida sikmak isini yapmaktadir. Patron iscilerden maksimum verimi almak icin elinden gelen her yolu denemektedir. Iscileri gorebildigi bir kamerasi vardir. Bu kamera ile Charlie tuvalette sigara bile icemez. Charlie sigarasini yaktiginda televizyonda patron cikar ve ise donmesini soyler. Burada insan 1984'u 'big brother is watching you' sendromunu hatirlamakta. Acaba kitap mi once yazildi, film mi once cekildi merak ettim dogrusu.

Fabrikada verim artirmak icin en ilginc fikirlerden biri yemek yeme makinesiydi. Iscilerin yemek molasina cikarak verimi dusurdugunu iddia eden bir firma, isciler calisirken de yemek yiyebilecekleri bir makine pazarlamaya calismaktadir. Makine Charlie uzerinde denenir, ama sonuclar pek iyi cikmaz:) O sahne gercekten komikti.



Bir baska islenen fikir ise insanlarin makinelestirilmesi idi. Makinelerin hizina ayak uydurmaya calisirken iscilerin makinelesmesi. Yaptiklari is vucutlarinin bir parcasi calismadiklari zamanlarda bile. Yukaridaki fotografta Charlie sakarligi sayesinde makinenin icine girmekte ama isine yine de devam etmekte. Sanki makineyle butunlesmis gibi, onun bi parcasi olmus.

Fabrika sahnesinden sonra olaylar birbirinden kopuk gelismekte. Biraz Turk filmi tadinda. Masum Charlie, fakir ama iyi kalpli, arada bir yiyecek hirsizligi yapan bir kizla tanisir sans eseri. Birlikte bir evde yasama hayalleri kurarlar. Sonra yasamaya da baslarlar. Charlie bu arada yine bir hapse girer, tamamen masum sebeplerden oturu. Hapisten ciktiginda kizi daha bir zengin olarak gorur. Cunku, sokakta dans eden kizi bir gazinocu kesfetmistir. Neyse filmin sonunda Charlie'de o gazinoda sarkici ve garson olarak calismaya baslar.

Filmin en sonunda, unutulmaz bir sarki sahnesi var. Charlie sarkinin sozlerini bir kagida yazar, ezberleyemistir. Sahneye ciktiginda kagidi bulamaz. Tum sozlerini kendi uydurdugu Fransizca Italyanca sozlerden olusmus, ama hicbir anlami olmayan su sarkiyi soyler.



Sonuc: filmi sevdim, ozellikle verdigi mesajlar tartismaya acik. Bir bilgisayar muhendisi olarak isimi ben de vucudumun bir parcasi olarak hissediyorum. Verim artirmak icin laptoplar kesfedildi bugunlerde. Insanlar gece gunduz evlerinde bile calisabilsinler diye. Cogu zaman ogle yemegini bilgisayarin basinda yiyorum. Yani makineler degisti, ama makinelesmemiz durmadi.

İlk merhaba...

Web Mining labinda PhD yaptigim icin, istemesem bile internet'le cok fazla hasir nesirim.

Turkiye'deyken internette gecirdigim zaman simdikiyle karsilastirildiginda mini minnacik kaliyor. Tabii bu kadar zaman gecirince eninde sonunda blog'larla karsilasiyorum. Bir de arastirma alanimda bloglarla ilgili calisma mi yapsam diye dusundugumden, bloglarla ilgili paperler da okumaktayim. Boyle olunca, benim de bir blogum olsun dedim. Ne kadar duzenli yazarim bilmem. Sevdigim blog sahipleri gibi guzel guzel yazip, guzel guzel paylasir miyim herseyi onu da bilmem. En azindan bir baslayayim dedim.


Blogumda neler olacak: Oncelikle izledigim filmleri blog'unu tutacagim. Burada hergun bir film bazen iki film izledigim zamanlar oluyor. 6 ay gecince filmin konusunu bile unutuyorum. O yuzden zayiflayan hafizama destek niyetine blog kullanacagim.

Sonra kesfettigim fotografcilarin, youtube deryasinda kesfettigim videolarin, yeni bir kitabin hos bir sitenin blog'unu tutacagim. Kisacasi gecirdigim hos zamanlarin bir cetelesi.

Bakalim ne kadar surecek...

Not: Fotografi evimin onunden cektim. Gecen cumartesi bizim burada maraton vardi, benim evin onunden gecen. Ben de bu kareyi cektim Biraz patlamalar var. Ama yine de sevdim. Adi da blogumla ayni. "Akan zamana karsi." Fotografta netlik sol bacakta, heh he:)