istanbul modern??

Son bir yil icinde belki yedi sekiz tane modern sanatlar muzesi gormusumdur. Bunlardan biri haric hepsi ABD'nin en buyuk sehirlerinde yer almakta. O kalan digeri de Istanbul'daydi. Modern sanat muzelerine ilgi duymam, Dublin'de ilk ziyaret edip hayran kaldigim modern sanatlar muzesinden kaynaklanmakta. Tasarim, kurgu, sira disilik, emek cok hosuma gitmisti. Modern sanatlar muzelerinde en sevdigim sey, sanatin sinirlari uzerinde beni dusundurmesi. Bir nesneyi farkli bir mekanda farkli bir zamanda gorsem onu sanat eseri olarak degerlendirmem belki, ama ayni nesneyi NY'da MOMA'da bos bir sergi salonunun ortasinda yapayalniz gorunce cok farkli hissediyorum ve bir sekilde o nesneyi sanat eseri olarak gorebiliyorum.

Her neyse gecmis modern sanat muzeleri tecrubelerime dayanarak ve Ankara'da yasarken Istanbul Modern'de acilan her sergiyi gormek istedigimi hatirlayarak, bu Istanbul ziyaretinde Istanbul modern'i ziyaret ettim. Ilk once muzeyi bulmak biraz zaman aldi. Gitmeden once websitesinden adresini almaya calistim ama web sitesinde her hangi bir adres tarifi bulamadim. Cevredeki ahali de orada bir muze oldugundan bile habersiz. Cogu insan cok garip bir soru sormusum gibi bakti bana, muzenin nerede oldugunu sordugumda. Epey zahmetli oldu bulmak muzeyi, buldugumda da vasat bir modern sanat muzesi ile karsilastim. Bu vasatlik benim gecmis modern sanat muzeleri deneyimimden kaynakli sanirim, beklentilerimin duzeyi biraz yuksekti.


Muze'nin sabit koleksiyonundaki eserler resim uzerine genelde. Bu resimlerde son yuzyildaki ressamlarimizin eserleri. Modern sanatlar muzesine yakismayan, manzara resimleri var mesela. Ozellikle Turkiye Cumhuriyetinde eserler vermis unlu ressamlarin resimleri. Bu acidan bakinca muze biraz daha sanat muzesi formunda. Cogu unlu ressamin resimlerinin orijinallerini gormek de biraz hayal kirikligi yaratti bende, resim konusunda cok bilgili olmamama ragmen, o kadar amator hatalar vardi ki. Yine de sabit koleksiyondan bir iki eseri begendim. Not aldim begendigim sanatcilarin adini ama not aldigim not kagidini bir turlu bulamiyorum. Istanbul modern'de surekli sergisindeki eserlerin en azindan isimlerini web sitesine koyacak kadar henuz modern olamamis, bu yuzden o sanatcilarin eserlerine burada yer veremiyorum. Hatirladiklarim arasinda Bedri Rahmi'nin daha once gormedigim bir resmi vardi, hos bir resimdi.


Diger begendigim ressam ise Fahrelnissa Zeid. Daha once ismini duymuslugum ve birkac resmini gormuslugum vardi. Ama resimlerinin gercek boyutlari ile gormek farkli. Sanatcinin yasam oykusu ve diger resimlerine buradan ulasilabilir. Internette sanatci ve resimleri hakkinda cok az bilgi var, daha cok ilgiyi hakediyor kesinlikle.


Istanbul modern'de ayrica Richard Rogers uzerine yapilmis bir belgesel izledim. Richard Rogers gunumuzun en siradisi mimarlarindan biri. Tasarladigi binalarda fonksiyoneliteyi maksimuma cikarirken tasarimda alisagelinmis kaliplari yikip, binalarin dis gorunusu klasik guzellik tanimlarindan cikariyor. Genis pencereler, maksimum isik kullanimi var eserlerinde. Birkac ornek calismasi asagida.
(InsideOut- Paris)

(Madrid Havaalani)

Richard Rogers'in mimari cizgisinin anlatildigi bu film de olmasaydi kendimi modern sanatlar muzesinde hissetmezdim herhalde. Yine de haksizlik etmeyeyim. Istanbul'a cok iyi sergiler getiriyor, emek ve para harcandigi da belli uzerine. Sadece modern'i kaldirip Istanbul Sanat muzesi gibi bir isim koysalarmis, modern sanat muzesi severleri yaniltmamis olurlarmis.

Bu yazidaki tum resimler Fahrelnissa Zeid'indir. Benim favorim en bastaki resmi.

sonbahar geldi yeniden

Sonbahar geldi yasadigim yere aniden, birden bire... Yapraklar kurumaya sararmaya dogup buyudukleri agaclarini terk eyleme basladi. Ozellikle son bir haftadir artan ruzgar ile birlikte, yerler kurumus yapraklarla dolmaya basladi. Dun de universitenin acilmasi ile ogrenciler dondu kampuse. Bu da sonabaharin gelisini daha bir hissettirdi. Her sonbahar okul donemi demek benim icin, ne zaman gecer bu okul-sonbahar ozdesligi bilmem. Yeni yil, okullarin basladigi gun demek benim icin. Yillik yasam dongum o gun basliyor ve bir sonraki okullarin acilisina kadar devam ediyor. Bilmem kac yildir bu dongu boyle suruyor. Bir gun okullardan koparsam, nasil devam eder hayatim bilmem...


Gelen sonbahar icin yukaridaki fotom gelsin. Yavasca havuzun dibine dogru suzulen bir yaprak. Her yaprak boyle turkuaz bir mezari bulamaz:) Yapragin dinginligine paralel olarak da Vivaldi'nin sevdigim bir andantesi gelsin.

Vivaldi-Andante.mp3 - ASYTANE

haftanin sonu

Bir Cuma aksamindan, haftasonu arefesinden neseli tinilar...

Haftanýn sonu - Pinhani

elveda rumeli

Kizilay'da Karanfil'de yururken bi anda asagidaki parcayi duydum, girdim dukkana ne caldigini sordum ve Elveda Rumeli dizisinin soundtrack albumu oldugunu ogrendim, Kalan muzikten ciktigini gorunce dusunmeden aldim. Trakya yoresine ait cok etnik bir tarzi var albumun. Dizi hakkinda hicbir bilgim yok, dizi dusmani biri olarak hicbir zaman da bilgim olmayacak, lakin album gercekten hos. Benim albumdeki gonlumun birincisi "jarnana" geliyor.

Elveda Rumeli Jarnana - DeLimaniaq.Com

the marshall tucker band

Gecen hafta Marshall Tucker Band konserine gittim. Tamamiyle Amerikanin guney yorelerine ozgu muzik tarzi var grubun, biraz country, biraz rock. Buralarda radyoyu actiginizda duyabileceginiz bir muzik turu. Konserde en cok bateri performansini sevdim. Sanirim rock konserlerinde canli bateri dinlemeyi seviyorum. Bu yuzden konserde de en cok bateristin fotograflarini cektim, su iki fotoyu da begendim.





Konserin bitis sarkisi ve grubun en bilinen sarkilarindan biri de "can't you see" asagida bulunabilir. Bu parcayi gecen sene izledigim Half Nelsson filminden hatirliyorum. Flut sololari hos bu parcada.

Cant You See - The Marshall Tucker Band

Zaman

Esyanin zamana yenilmesi konsepti...






Biraz da soyut nurvenur...

biraz da muzik

Babel Soundtrack albumunu dinliyorum su an. Album'deki tum parcalar en az Babel filmi kadar basarili.


Albumden sevdigim bir parca.
Endless Flight - Gustavo Santaolalla

köşedekiler

Tüm köşeye sıkışanlar için...

(Istanbul)

(Istanbul)

(Istanbul)

(Sivas)

Bolca geometri, birazcik insan, klasik nurvenur iste...

Uzun Ince Yollu bir kent: Sivas

Asik Veysel’in “Uzun ince bir yoldayim, gidiyorum gunduz gece” dizelerini dillendirdigi bir sehirden bahsedeyim. (Trt anonsu gibi oldu:) ) Benim de dogup buyudugum universite yillarina kadar omrumun ilk 17 yilinin gectigi bir sehir. O yuzden ozel bir yeri var hayatimda. Kültürüne, geleneklerine bu kadar hakim olduğum bir şehir hakkında bir yazı yazayim dedim.


Sivas’a Ankara’dan dogru gidildiginde Yildizelinden gecilir, ve bu asamadan itibaren uzun ince bir yol dikkatininizi ceker. Her zaman cok fotografik gelir bana bu yol, yolun kenarlari sararmis otlarla kaplidir, ama hep otobuste oldugumdan cekemem soyle diledigimce kareler bu yoldan. Bu yol ile Sivas’lilarin en eski geleneklerinden biri olan sicak kaplicalara da gidilir. Insanlar eskiden bu kaplicaya gidip aylarca cadirda kalirdi. Deniz kulturu olmasa da Sivas’ta guclu bir kaplıca kulturu vardir. Sivas’ta uzun ince yollar sadece bu yol guzergahinda degildir, sehrin tum girislerindeki yollar uzun-incedir.

Sivas’ta ne tarım yapılır doğru düzgün, ne endüstri vardır adama benzer, biraz ticaret vardır işte o kadar. O yüzden en çok göç veren şehirlerden biridir. ABD’nin her yerinde bir Çin mahallesi olması gibi, Turkiye’nin büyük şehirlerinde de bir Sivas mahallesi vardır. (Sivaslilar bu büyük şehirlerde hemşerilik duygulariyla birbirini tutup belli meslekleri başka memleketli insanlara kaptırmaz. Hoş olmayan bir gerçektir bu. Hoş olmayan şeyler yazmayayim şimdi burada.)

Şehir merkezi düz bir ovada kurulmuştur, o yüzden bisiklet sürümüne elverişli bir şehirdir. Bu son gidişimde bisikletli sayısında yoğun bir artış gördüm. Bir de bayan bisiklet sürücüleri artsa ne hoş olur diye düşünmeden edemedim.


Sivas yeşil bir şehir değildir, ama belediyenin son yıllarındaki çabaları ile yeşil alanlar artmış. Halkın çıkıp yürüyeceği, çocukların oynayacağı bol bol park yapmış belediye.


Bir de belediye insanlarin ellerine çekirdeklerini alıp akşam üstleri yürüdükleri Istasyon caddesini genişletmiş, modernleşmiş cadde. Bol bol havuz yapmış bu cadde uzerine.


Sivas’in eski evleri vardir, duvarları saman ve toprak harciyla sıvalanmış, bahçeleri hatmi çiçekleri renklenmiş evleri.


Kapilari tahtadan.

Pencereleri işlemeli demirliklerden.


Bu evlerin çoğu şimdi demir kepçelerin emrinin altindadir, eğer hala duruyorlarsa kesin bir miras paylaşımı sorunu vardir evin çocukları arasında.


Sivas’li kadinlar yazları yun yataklarını dışarı dökerler, yıkarlar yunleri, havalandırırlar.


Sivasli kadinlar pazardan aldiklari biberleri kuruturlar pencerelerinde.


Sivas’ta yazlari yogun bir dugun trafigi yasanir. Artik dugun salonlari bu yogunlugu kaldıramaz. Bu yıl yururluge giren, yeni adetle okulların spor salonlarında plastik sandalyeler koyarak dugunlerini yapar halk:)


Bir de Sivas’in turkuleri vardir. Sivas ellerinde sazlar çalınır, Çamlıbeller bölük bölük bölünür. Hala aşık geleneğinin sürdüğü kahveler vardır. Ozellikle Alevi kulturun etkisi ile deyişlerin beşiğidir Sivas. Sözleri cok derin türküleri vardir Sivas'in. Cok fazla goc verdiginden sehir, turkulerde gurbet kelimesi bolca gecer. Bir de Sivas'in sogugu- karı çetin geçtiğinden kar üstüne de türkü sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. (Örnek: "Sıladan gurbete neden kaçılır, Ağlar gözlerimden yaşlar saçılır, karlar erir gider yollar açılır, gel bizim ellere gör beni beni")


Benim sevdigim başka bir Sivas türküsü de şöyledir:
"Siyah saclarinda hatem yüzlerin,
Garip bülbül gibi zareler beni,
Hilal ebrularin ahu gözlerin
Tığ'ı sevda ile yaralar beni, ..... Feyzullah Çınar"

Bir de Pir Sultan Abdal'dan bir şiir
"ötme bülbül ötme, şen değil bağım
dost senin derdinden ben yana yana
tükendi fitilim eridi yagim
dost senin derdinden ben yana yana

deryadan bölünmüs sellere döndüm
ateşi kararmis küllere döndüm
vakitsiz açilmis güllere döndüm
dost senin derdinden ben yana yana "

Böyle bir yazıya nasıl bir son fotoğraf uygun olurdu bilmem, ama ben Sivas serime otobus bekleyen bir aile ile veda ediyorum.

Böylece memleketime yaptığım ve yapacağım en büyük kıyak olan bu yazıyı bitiriyorum. Bu yazıda Sivas'la ilgili herhangi bir kötü yan yansıtılmamıştır:) Tüm fotoğraflar nurvenur'undur.

pembe küpe


Bir ömrü tek bir küpeyle geçirebilmek. 17 yasinda evlendiginde eşi tarafından hediye edilen küpeyi, 71 yıl bıkmadan, usanmadan takmak kulağına.

Tüketim toplumunun biz zavallı kullarına yeterince garip gelecek bir davranış:)

Tek gozu artik olmayan, Bulgar gocmeni olan, esini 35 yil once kaybeden, olgun mu olgun, puripak mavis Remziye teyzeye tesekkurler...

Falcı Kadın

Sordular ölüm cezasına çarpılana nedir son dileği diye.
-Bir falcı kadına fal baktırmak isterdim, cevabını verdi.
-Hangi falcı kadına?
-Amelia’ya, dedi, Kralın falcısı Amelia’ya.
Amelia, bilmeyen yoktu, falcı kadınların en ustasıydı ve Kral öyle bir güven beslerdi ki ona, Amelia’ya fal baktırmadan asla bir karar almazdı.
İdam hükümlüsü, kiminle karşı karşıya olduğunu bilmeyen falcı Amelia’ya götürüldü böylece. Kadın sol elin avuç içini gözden geçirdikten sonra gülümseyerek dedi ki:
-Çok şanslısın, oğlum, ömrün uzun olacak.
-Yeter! Dedi mahkum ve cezaevine döndü.
Öykü yayıldı hemen ve herkes bastı kahkahayı. Fakat ertesi sabah, adam darağacına götürüldüğünde, uğursuz darbeyi vurmak üzere cellat henüz yeni kaldırdığı baltasını yere koyup hıçkırmaya başladı.
-Hayır, hayır! Diye haykırıyordu, gelmez elimden! Düşünün bir, ya Kral Hazretleri duacak olursa! Katiyen gelmez elimden!
Ve uzağa fırlattı baltasını.

Dino Buzzati, Tanrı Görmüş Köpek

cam kırıkları

“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım.”

Oğuz Atay,Tehlikeli Oyunlar



Fotografim Kemer'den

bir baska Turkiye donusu...

3 haftalik yogun Turkiye gezimi noktalayip tekrar dondum gurbet ellere. Hos Turkiye'de de kendimi gurbette gibi hissettim ama o ayri konu. Turkiye'den en cok sicacik sarilmalar, dost yuzler, icten sohbetler kaldi aklimda. Burada en cok ozlemini hissettigim, oradaki sevdiklerim sanirim. Bir de burada farkina varmadigim siradan kucuk seyler var. Ornegin radyoyu actigimda Turkce tinilar duyup dinledigim parcaya eslik etmek gibi veya bakkala gidip sevdigim gazeteleri alip ince belli cam bardakta cay icip sevdigim kose yazarlarini okumak gibi, bilmedigim bir yere giderken yolda birine adres sorup cevabini almak gibi, vapurda yanima oturanlarla memleket muhabbeti yapmak gibi, pazara gidip Bursa seftalisi secmek gibi, sokakta gordugunuz bir sokak kedisi ile oynamak gibi, isminizi herkesin dogru soylemesi ve anlamasi gibi. Liste uzar gider.

Ama bir de sevmedigim ve beni rahatsiz eden yonler var. Oncelikle burada sort-tisort yasam tarzindan cikip Turkiye'deki kendinizi Paris modasinin icinde buluyorsunuz, dis gorunuse bu kadar zaman ayirma ve markali kiyafetler giyen insanlar ustunuze ustunuze geliyor.Herkes uzerinde kocaman harflerle yazilmis markali tisortler, pantolanlar giyiyor. O markalarin burada hicbir onemi yok, ya da benim su andaki hayatimda onemleri yok sanirim. Bu dis gorunuse gereginden fazla zaman ayirma haricinde, insanlarin siniri ve sabirsizligi dikkatinizi cekiyor. Trafik tam bir kaos, sinyal verme diye bir olay yok, burada her kose basinda bulunan dur isareti yok orada, araba kullanmak sinir krizi gecirmeye denk. Trafikte ve trafik disi hayatin her alaninda gozunuzu acmaniz, firsat kollamaniz gerekmekte. Buraya alistiktan sonra Ankara'da karsidan karsiya gecmekte ne kadar zorladigimi anlatamam ya da otobuste bos koltuk kapmak icin yapilan dalavereler sonunda hep ayakta kaldigimi :) Bunlar haricinde bir de Turkiye'de belgeler sorunu var, bir pasaport uzatmak icin en az yirmi belge almisimdir, vesikalik fotograf denilen sey buralarda yok ama orada her devlet kurumu en az alti vesikalik fotograf istiyor, ne yaparlar bu fotograflari bilmem. Pasaport'ta tum nufus cuzdani bilgileri oldugu halde nufus cuzdani ve nufus cuzdaninin fotokopisi isteniyor, burada fotokopi makineleri de hayatin bir parcasi degil, bir de parmak izi olayi baslamis ki akillara zarar. Bir de sevgili milli egitim bakanligimiz, yurtdisinda ogrenim gordugume dair bir belge vermek icin yok tercumeli noter belgesi, yok diploma orneginin noter onayli fotokopisi, ve en az bir on belge daha istiyor. Burada noter diye bir olay da yok, zirt pirt nufus cuzdaninizi noterletmiyorsunuz. Bir daha asla Turkiye'den pasaport uzatmama karari aldim bunca belge kesmekesliginden sonra.

Biraz da gezdigim yerleri cektigim fotograflarla yansitayim. Her sehirden tek bir fotograf var simdilik.

Oncelikle Turkiye oncesi bir-iki gun kaldigim Chicago'nun Milennium Parkindan bir kare. (Aksam bu parkta gezmekten sismis ayaklarimla cimlere uzanip konser dinlemek cok hostu. )


Turkiye'deki ilk durak Ankara'dan...
(Dikmen Vadisinde sabah kosum sirasinda cektim, Turkiye'de sabah sporu yapan insanlar birbirine gulumseyip gunaydin demiyorlarmis, goz goze gelmekten, birbirlerine gulumsemekten kaciniyorlarmis onu farkettim, birkac kisiye gulumseyip gunaydin dedikten sonra yaptigim seyin garip oldugunu anladim, burada hemen hemen herkes birbirine gulumser oysa ki bu kosu yollarinda)


Ikinci durak Antalya'dan. (Antalya merkezin sicakligini nasil yansitabilirim bilmem, sadece gunesin isinlari olan su golge fotografima yer vereyim.)


Ucuncu durak Kemer'den.
(Kiraladigim bisiklet ile aksam turuna ciktigimda yakaladim bu kareyi)


Dorduncu durak Sivas'tan.
(Tatil boyunca cektigim en guzel kare bence. Yine sabahin korunde kalkip yuruyuse ciktim, gunesin yukselmesi sirasindaki yatay isik bana yardim etti bu karemde.Sabah serinliginde yola koyulan bir sepetci. Sokak saticilarin olmadigi ABD'den sonra insanin gozu boyle bir goruntuyu hemen ayirt ediyor.)


Ve son durak Istanbul'dan...
(Turkiye'nin incisi, gonullerin birincisi Istanbul sokak kedileri bakimindan Turkiye'de birinci sirada sanirim. Turkiye'de yasarken bir tane bile kedi fotografi cekmemisimdir, ama buradan dondukten sonra goze en farkli seylerden biri sokak hayvanlari.)

Istanbul'a bir kiyak cekip bir fotograf daha yayinlayayim. Mekan: Beyazid Cami


Kultur karsilastirmalari ile dolu bir gezi yazisinin sonuna geldim. Cekip sevdigim tum diger fotograflar pek yakinda buradalar.