last.fm kesifleri

Bugun kodlama yaparken bir yandan last.fm dınledim. Bu sayede de Tunuslu bir udi olan Anouar Brahem ile tanistim. Cok hos muzikleri var. Muzik turu etnik jazz. Bir kac albumune baktim. Sanirim benim favori albumum Barzakh oldu. O albumde Kerkenah diye bir parca var. Hos bir parca. Maalesef internette bulamadim o parcayi. Yarin Tunus'lu danismanimdan daha genis bilgi almayi umuyorum kendileri hakkinda. Bir videosunu koyayim, Istanbul goruntuleri esliginde, Anouar Brahem muzigi.



Diger bir kesif ise, bir jazz flutcusu. Jeremy Steig. Ondan da bir parca ekleyemiyorum. Ama web sitesinde birkac hos parcasi var. Ben last.fm'de su parcasina denk geldim. Howling for Judy
Tamami cok hos. Azicik flut caldigimdan boyle bir parcayi ne kadar zor oldugunu tahmin edebiliyorum.

Bugunluk bu kadarcik yazayim...

american history x

Bu aralar havalarin guzelliginden dolayi eve kapanip film izleme oranim azaldi. O yuzden yazma oranim da biraz azaldi. Her neyse, dun aksam `american history x`'i izledim. Turkce adi: Gecmisin Golgesinde.

Filmde, Amerikan'nin en buyuk sorunu irkcilik islenmekte. O kadar buyuk ve derin bir sorun oldugunu buraya gelmeden once bilmiyordum. Herkes icin ayrilmis bolgeler var burada. Oturulan semtler, gidilen mekanlar zenci-beyaz diye ayriliyor. Mesela gecen hafta bizim burada iki farkli parka gittim, ilkinde bir tane siyah, ikincisinde bir tane beyaz gormedim. Diger bir ornek, benim oturdugum apartmanda 24 farkli daire var ve sadece birinde beyaz oturmakta, o da benim, ben de Amerikali beyaz degilim, yabanciyim. Maalesef en kotu semtlerde zenciler yasamakta, en kotu isleri zenciler yapmakta, otobuslere cogunlukla zenciler binmekte, bir de benim gibi yabanci ogrenciler veya sakat-suclu-ayyas-uyusturucu bagimlisi beyazlar. Demek istiyorum ki, olay cok ciddi ve derine yerlesmis, oyle sip diye cozulecek bir sorun degil.
Altinda cok fazla etken yatmakta, gelir seviyesindeki adaletsizlik, egitimdeki esitsizlikler gibi. Bir de zenciler de beyazlarla butunlesmekten yana degil gibiler. Dinledikleri muzik, giyinme tarzlari, konusma tarzlari, gittikleri kliseler, kullandiklari arabalar, sac tipleri. Kendilerini ayirmaya calisiyorlar. Kendi iclerinde daha mutlu gibiler. Amerika'da iki gruba dair farkli iki kultur var.

Her neyse, filmde islenen temel konu bu oldugundan bende gozlemlerimi aktardim. Filme gelecek olursak, LA'de ortalama bir beyaz ailenin iki fasist oglu uzerine donmekte. Bir itfaiyeci irkci babanin ogullari bunlar. Baba bir sekilde olduruluyor. Buyuk oglan Edward Norton bunun uzerine fasizan hareketleri destekleyen bir gruba uye oluyor, bir sure sonra lideri oluyor bu grubun. Sol gogsunun uzerine gamali hac dovmesi yaptirip odasina Hitlerin bayraklarini asacak kadar fasist oluyor. Sadece zencilerden degil, kacak olarak US'de olanlardan da nefret ediyor bu grup. Her neyse bu nefretin etkisiyle evlerinin onundeki arabayi soymaya kalkisan uc zenciyi olduruyor Edward. Oldurdugu an gozlerinde zafer piriltilari var. Iste o anin fotosu:



Hapiste uc yilini geciriyor. Hapiste kaderin cilvesiyle bir zenci ile birlikte calismak zorunda kaliyor ve zamanla onlarin da insan oldugunu farkediyor. Hapiste beyaz irkci arkadaslarinin iki yuzlulugunu de farkedip bu irkcilik hareketinden soguyor. Bu ona biraz pahaliya patliyor. Hapisten ciktiginda kardesini de bu hareketten kurtarmaya calisiyor. Filmin sonunu soylemeyim. Ama hos bir sondu ve gercekte de boyle olmasi gerekirdi.

Filmde yine bir yikanma-arinma sahnesi var. Edward hapisten ciktiginda evinde bir dus aliyor, boylece tovbe ediyor. Cocuklugundaki gibi ak-pak hissediyor kendini. Bu yikanma olayi butun kulturlerde gorulen bir arinma sekli.

Yonetmen, bazen duygu somurusu yapmakta. Beyazlari cok salak ve cahil gostermekte. Edward ile babasi arasindaki kitap diyalogu bu cehaleti gostermekte. Insan filmi izledikten sonra beyaz Amerikali dusmani olabilir.

Oyunculuklar hakkinda, ben Edward Norton'u o kadar begenmedim. Ne verdigi hitaplarda basariliydi, ne agladigi sahnelerde, ne irkcilik donusumunde. Cok ani bir donusum oldu. Yuzunde ya da hareketlerinde bir degisim olmadi. Bence adamin caylaklik donemine denk gelmis. Kardesinin oyunculugu daha iyiydi. Ama kardesinin hali tavri daha bir olgundu. O cocugun o irkci grupta iliski kurmasi cok beklenmedik bir durum. Ayni zamanda o yasta beyni bu kadar yikanmis birinin, abisinin kisaca hapis maceralarini anlatmasi uzerine, sihirli bir degnek degmis gibi degismesi inandirici degil. O yastaki cocuklar o kadar kolay ogut dinlemezler ve o kadar cabuk degismezler.

Ayrica filmde anlamadigim birsey 3 kisiyi olduren biri nasil oluyor da 3 yil hapisle kurtuluyor. Bu Amerikan yasalarini anlamadim. Gecen haftalar bir eyalette iki kisiyi olduren biri idam cezasi aldi. Filmde bu ceza olayini biraz daha gercekci isleyebilirlerdi.

Filmde akilda kalici diyaloglardan biri, Edward Norton ile zenci ogretmen arasinda gecmekte, hapishane ziyaretinde. Aslinda cok klişe.
-Zenci ogretmen, zencilere yonelik olumlu olarak hangi adimi attigini, kucuk bir degisim bile apip yapmadigini soruyor Edward'a. Tam cumleleri hatiramiyorum ama fena olmayan bir diyalogtu.

Asagidaki youtube videosu filmin kisa bir ozeti gibi.



Sonuc: Film Amerika'da irkcilik gercegini gostermede ya da bir kez daha altini cizmekte basarili. Senaryo da ve oyunculuklar da eksiklikler var bence. Imdb'de ilk 250sinin 42'sinde ama bence o kadar da degildi. Zenci mahallesinde oturuyorsaniz sesi kisik bir sekilde izlemeniz tavsiye edilir:)

capote

Ne zamandir izlemek istedigim Capote'yi sonunda izledim. Capote'yi tek izleme sebebim: Philip Seymour Hoffman'dı. Cok iyi bir oyuncu olarak goruyorum kendisini. Oynadigi her rolu ustune giyiyor. Profosyonellik ne demek ogretiyor insana. Filmi izledikten sonra tek dusundugum oyunculuk mesleginin ne kadar ciddi bir is oldugu idi. Maalesef film baska seyler dusundurecek kadar dolu dolu degil. Amerikan edebiyatinda ozellikle kisa oykuleri ve birkac romani ile taninan siradisi bir yazarinin -Truman Capote-nin en unlu kitaplarindan biri "Soguk Kanlilikla"(In Cold Blood)romanini yazma asamasi anlatilmakta filmde. Bu romani diger romanlardan ayiran en onemli ozellik kurgu olmamasi, gercek hikaye uzerine kurulu. Oncelikle belirteyim bir edebiyatcinin yasamindan bir kesit anlatilmakla beraber edebi bir lezzet yok filmde. Biraz hayal kirikligi yaratti.

Filmin kisaca oykusu: Bir ciflikte cok fazla para oldugunu duyan iki haydut cifligi basar, para bulamazlar, ama ciflikte yasayan aileyi sebepsiz yere oldururler. Bu olayi gazeteden okuyup ilginc bulan Capote omrunun yaklasik 4 yilini bu olay uzerine bir roman yazmaya adar. 4 kisiyi olduren Perry Smith'le arkadas olur. Onu ziyaret etmeye baslar, her ziyaretinde Perry'ye biraz daha isinir, kendisiyle ortak yanlar kurar, ozellikle cocukluk yillari ve aile yasantilari benzerlikler gostermektedir. Capote bu durumu: "Ayni evde buyuyen iki cocuktan birinin on kapidan(Capote), digerinin arka kapidan(Perry) ciktigini" soylerek vurgular. Filmde aklimda kalan tek edebi cumle bu oldu. Her neyse Capote'nin tek amaci: Perry'nin ciftlikteki insanlari neden oldurdugudur. Ulvi bir amac aramaktadir. Bu olumerde. Filmin sonuna kadar olum anini anlatmaz Perry. Capote de romanini bitiremez bu yuzden. Perry oykuyu sonlara dogru anlatir. Ama sebep pek de ulvi degildir. Olum anini tum detaylari ile ogrenen Capote Perry'yi bir daha ziyaret etmez. Idam oncesi Capote bunalimin esigindedir yine de Perry icin hic birsey yapmaz. Ne avukat tutar, ne onunla ilgilenir. Ama olaylarin gelisimi Capote'nin cokusu olur. Sadece Capote idamdan bes dakika once gelir ve Perry'den af diler. Ama sonucta Perry idam edilir.

Filmde ki Capote ve Perry'nin bir fotosu:



Gercek Capote:



Gercek katiller(Sagdaki Perry)



Capote'nin idamdan etkilenmesinde asil etken Perry'e duydugu asktir. Ama bu aska cok guvenemiyoruz. Cunku Capote'ye guvenemiyoruz. Ruh hali inis cikislarla dolu biri. Birden cok kimligi ustunde tasiyor, partilerde konuskan-eglenceli, ozel hayatinda mutsuz-suskun-densegiz-bencil. Ayrica Perry'ye soyledigi yalanlar pek guvenilir biri yapmiyor Capote'yi. Sadece Perry'yi romani icin kullanmakta ama ona duydugu sevgi ve empatiden kaynakli acilar cekmekte.

Filmden birkac sey:
-Unutulmaz kare --> filmin basindaki bugday tarlasi, fotografik anlamda cok hos bir kare.
-Benim inanmadigim filmde gecen bir Capote cumlesi: `Kabul edilen dualara, kabul edilmeyenlerden daha çok gözyaşı dökülür!’

Filmle alakali birkac sey:

-"In Cold Blood" kitabi filme cevrilmis ve imdb'de top 250'de. Ama ben bu filmi izlemeyecegim.

-Film'de Harper Lee'yi "To kill a Mockingbird" filminin galasinda goruyoruz. Bu kitap Harper Lee'ye pullitzer getirmis, irkcilik uzerine bir kitap.

Sonuc: Film Capote'nin derinlesen bunalimi ile sonlara dogru iyice bunaltici oluyor. Bunalmak isteyenlere siddetle tavsiye edilir. Oyle bunaltti ki ozel efektleri incelemeden dvd'yi cikardim bilgisayardan. Ozel efektlerde yonetmenin ve Hoffman'in yorumlariyla filmi tekrar izlemek vardi(Dayanilir gibi degil). Uzerine kurulan oyku de gunumuz Amerika'sinda cok ozel ve onemli degil. Sebepsiz yere adam oldurme olayi cok yaygin burada, bakiniz Virginia Tech. olayina. Ben cok etkilenmedim. Bir de filmde katilin aslinda cok masum biri oldugu gosterilmeye calisilmakta, adamin diger suclarindan hic bahsedilmemekte. Filmi izledikten sonra adama insan azicik aciyor, ama gercek hikayesi epey farkli. Cok acinasi bir adam degil. Baska birsey de film, benim gozumde ki yazar Capote imajini yerle bir etti. Daha once Capote'nin oykulerini okumustum. Ama bundan sonra okur muyum bilemiyorum, emin degilim...

edebiyat-mekan

Gecen sene trt2'de boyle bir program vardi Selim Ileri'nin sundugu. Genelde Istanbul'lu yazarlarin hangi mekanlarda kitaplarini yazdiklarini veya romanin icinde gecen belli bir mekana giderek programi orada yapiyordu. Yazar veya roman hakkinda konusuyordu. Bilmiyorum hala devam ediyor mu, ben bugunku basligimi programin basligindan esinlenerek sectim.


Bugun neredeyse her yazimda adi gecen "bizim okulun kutuphanesi" adli mekandan bahsedecegim. Selim Ileri'den farkli olarak mekanin her yonunden degil, sadece bir noktasindan bahsedecegim. Bu noktanin onemi asagidaki fotografta gorulmekte. Diger bir onemi Dvd koleksiyonuna cok yakin, heh he:)





Gecen kasim ayindan beri bu poster duruyor bizim okulun kutuphanesinde. Ozellikle posteri koyduklari ilk ay cok hosuma gidiyordu. Hep gulumsetiyordu beni. Birkac ay sonra posteri kaldirirlar herhalde. Kaldirilmadan fotografini cekmek istedim. Posterin yaninda da Orhan Pamuk'un kutuphanemizde olan kitaplarinin listesi var. Benim okumadigim daha durust davranirsam elime almadigim, ( cunku bir iki tanesini elime alsam bile bitiremedim), Istanbul ve hatiralar kitabi vardi. Hazir bu aralar bosken alip okuyayim dedim, ama kitap baskasindaydi, kitabin uzerinde iki tane de istek vardi. Dogrusu buna pek uzuldugum soylenemez. Yine hosuma gitti. Sonra listedeki diger kitaplari kontrol ettim, hepsi birilerinde, yogun talep var Orhan Pamuk kitaplarina. Bir yandan hosuma gidiyor, bir yandan da Amerikan toplumunun herseyi tuketme arzusuna mi kurban gidiyor diye endislendiriyor. Bu adamlar farkli kulturlerin en onemli filmlerini izliyorlar, muziklerini dinliyorlar, kitaplarini okuyorlar, yemeklerini yiyorlar, ama hepsi onlar icin bir maceradan ibaret. Butun bunlar onlarda iz birakmiyor. Cogu bir ertesi yil populer olan baska bir kitaba, baska bir filozafa, baska bir kulturun yemeklerine kayiyor. Onlara gore hersey tuketilmeli, ozumsediklerini pek sanmiyorum. Bazen okurken ne hissettiklerini merak ediyorum. Istanbul ve hatiralar, Istanbul'un nerede bile oldugunu bilmeyen bir Amerika'liya ne hissettiriyor acaba. Ya da Turk lokantasinda yedikleri karniyarik ne hissettiriyor. Biliyorum sacma bir ornek ama bana karniyarik annemi, kalabalik sofralari, lezzetin zahmetini hatirlatiyor bana. Sonra kulturlerin globallesmesi dogru mu diye dusune duruyorum. Her kultur kendi icinde ozel ve onemli gibi. Kultur'un en onemli parcalari muzik, edebiyat, folklor, yemek globallesince anlamini yitirip kuresel "tuketim hastaliginin" bir parcasi oluyor. Sonucta her yil birileri daha tuketiliyor. "Yunus Emre" yilinda Yunus'un siirleri, "Mevlena" yilinda mesnevi goklere cikariliyor. Ekonomi mi desem, kultur haydutlari mi desem tuketecek yeni seyleri hep buluyorlar. Mesela gelecek yil Afrika'daki bir kabilenin dans torenleri moda olabilir burada, hic sasirmam dogrusu.


Neyse cok uzatmadan bitireyim bugun. Bu yazi pek tutarli olmadi kendi icinde sanirim. Sonuc cumlesi bile yazmakta zorlaniyorum. Kisaca, yazarlarimizin, muzisyenlerimizin, filozaflarimizin dunya capinda taninmasi sevinc verici. Sadece tuketime ya da ekonomik carka kurban gitmeleri uzucu. Dilerim Orhan Pamuk 50 yil sonra da bir yerlerde bir afiste yer bulur kendine, edebiyat dergilerinde hala ismi gecer. Sadece bir yillik bir populerlikle kalmaz.


--The End--

fotografli bir US gunu



Haziran ayini, en buyuk tutkum olan fotografcilikla acayim. En son cektigim bir fotografimi da ekleyim yazima. Ben genelde kucuk ayrintilara ilgi duyuyorum, yukaridaki gibi. Soyut fotograflar cekmeyi seviyorum. Genelde ritmik ogeler, geometrik sekiller, perspektifler benim tarzim. Siradan seylere objektifin yardimiyla cok siradisi bakislar getirebiliyorum. (Cok alcak gonulluyumdur.) Cogu zaman kimse anlamiyor ne cektigimi. Ama ben seviyorum kendi fotograflarimi, dogrusu sadece kendim icin cekiyorum. Baskalari ne anlamis, onemi yok benim icin. Ne sanat icin sanat, ne toplum icin sanat, benimkisi kendim icin sanat.

Son cektigim fotograftan sonra Amerika'da kesfettigim birkac fotograf sanatcisindan bahsedeyim. Bu sanatcilardan gecen haftalar karistirdigim, bir fotograf dergisinden dolayi haberdar oldum. Derginin adi: Lenswork. Dergiyi internet sayfasindan da indermek mumkun.

Hosuma giden sanatcilari listeleyim:


1) Chris Raecker : Carnaval diye bir serisi var. Gokyuzunu cok hos kullanmis. Web sitesinde sadece karnaval fotograflari var, baska fotograflarina ulasamadim. Nasil bir teknikle bu goruntuyu elde ediyorlar merak ediyorum. Bir fotosu:






2) Mitch Dobrowner: Bu fotografcinin da tum fotograflari siyah beyaz. Fotograflarinda infrared filtre kullanmis. Zaten bu infrared kotu bir agaca bile degisik bir tad katiyor. Adamin en son fotograflari Arizona'dan. Bir fotograf da Mitch Dobrowner'den koyuyorum. Ben tum fotograflari arasinda en cok bunu begendim.



Bir de son zamanlarda kesfettigm bir fotograf web sitesinin adresini vereyim. Iste burada

Bu site araciligiyla tanidigim bir fotografci da Dennis Stock oldu. Dennis Stock unlu bir Magnum sanatcisi. Tanimamak benim ayibim. Daha once ismini duymamistim. Ondan da bir fotograf koyarak bugun ki yazimi tamamlayim. Fotograf'ta gokyuzunu andiran deniz aslinda. Dikkatli bakinca insanlari da gorebilmekteyiz. San-Diego'dan bir foto. Bir de unlu bir Miles Davis fotosu var bu sanatcinin, onu buraya koymuyorum. Ama o da enfes.