juggling

Juggling'in Turkcesini bilmiyorum. Turkce'de ellerinde toplari, halkalari veya kukalari ceviren insanlara ne dendigini bilen birisi varsa ve benimle paylasirsa sevinirim.



Her neyse gecenlerde dunyanin en iyi juggler'inin sovunu izledim. Dunyanin en iyisi unvanini kazandigi dunya juggling turnuvalarindan elde etmis. Time dergisi onu gelmis, gecmis jugglerlar arasinda en ust siraya yerlestirmis. Su anda 20 yasinda, 7 yasinda dagilan Sovyetlerde gittigi sirk okulunda juggling isine girmis ve kendini bu ise adamis sonrasinda.



Amerika'ya 15 yasinda gocmen olarak gelmis ve burada katilmadigi sov kalmiyor. Hayatini juggling'e adayan ve bu isten para kazanan birinin ihtiyaci olan en onemli seyin onu izleyen insanlar oldugunu, bunun icin de ciddi bir yaraticilik surecinin gerektigi hakkinda bir konusma yapti Vova. O dikkat cekme isini, juggling ile muzigi birlestirip ortaya cikardigi modern dansimsi bir formla gerceklestirmis. Sovlarinda teknolojiden oldukca yararlanip ortaya eglenceli bir sahne sovu cikartiyor.



Bir de insanlarin sadece yapabilecegi hatalar uzerine yogunlastigini, ne zaman top dusecek diye beklediklerini belirtti. 5 dakikalik bir sovda bir kez bile topu dusurse sadece o hataya odaklandiklarini anlatti. Degisik bir hayvan grubuyuz vessalam, sadece baskalarinin hatalariyla eglenen. Ve ardindan cok hos sovlar sergiledi bizim icin.

Youtube'da buldugum iki videoyu paylasayim. (Ne de olsa TR'da herkes bir sekilde youtube'a erisiyor) Ilki biraz daha kisa, ikincisi azicik uzun.Ama ikisini izlemek de kesinlikle zevkli.

ilki...


ve ikincisi... (burada kiz kardesi ile sov yapiyor)



Fotograflarimda isik yetersizliginden kaynakli netsizlikler var ama ben yine de sevdim onlari...

cocuksu translar....




Cocuklarin oyun oynarken transa gecme hallerinin hayraniyim, keske biz buyuklerde bu kadar kendimizi kaptirarak akip gitsek hayatta...

anadoluyum tanir misin?

Tesaduf eseri Neşet Günal'in resimleri ile tanistim. Ne kadar cok dikkate alinmasi gereken ressamimizi bilmedigimi dusundum.

Tum eserlerindeki, insanlarin elleri ve ayaklari dikkat cekici. Resimledigi insanlar, hep acinin icinde, hepsi Anadolu'dan. Genelde koy hayatini resimlemis sanatci. Fakirligi, yoklugu, umutsuzlugu, caresizligi resimlemis.

Neşet Günal resmi soyle tanimliyor: " Resim benim için bir oyun değil, azaplı bir süreçtir..."

Eserlerinden birkacini paylasayim burada.

Kor Hasan'ın Oğlu


Kapı Önü

İki Kardeş (Aslinda pek sahip olma meraklisi biri degilimdir, ama bu esere sahip olmayi cok istedim bir anda... )

Korkuluk (Cok etkileyici buldum bu resmi.)

Duvar Dibi III

Umarim bir gun Neşet Günal'in eserlerinden oluşan bir sergiyi gezebilirim. Resimleri gercek renkleri ile gercek boyutlari ile gorebilirim.

Sanatcinin daha genis resim koleksiyonuna sanalmuze sitesinden erisilebilir.

firtina sonrasi sessizlik...

Aslinda deyim "firtina oncesi sessizligi" dir. Ama benim blogumda firtina sonrasi sessizligi hakim. Elektriklerimiz yeni geldi, sehrin belli bolumlerinde hala elektriksiz insanlar var. Ne kadar elektrige bagimli bir hayat surdugumuzu ogrendik bu deneyimle. Hayatimizi maalesef evimizdeki elektrikli aletler anlamlandiriyor. Hayatimizi kolaylastirmak icin icad edilmisler ama hayatimizi ele gecirmisler. Ozellikle bilgisayarlar. Bilgisayar oncesi bir yasami tamamen unutmusum. Onsuz dusunemiyor, nefes alamiyorum. Baskalari yemekten ve sicak su yoklugundan sikayet ederken ben sadece bilgisayar yoksunlugundan sikayet ediyordum gecen hafta. Mum isiginda kitap okumak belli bir asamadan sonra yoruyor insani:)

Biraz gecen haftaki sehirdeki firtina sonrasi durumu anlatayim. Okullar elektriksizlikten bir hafta tatil edildi,evde oturamayan cocuklar kapi onlerine cikip oyunlar oynadi, sokakta cocuklarin olmasi gercekten gorulmus sey degil bu sehirde. Sehirde benzin bulmak cok zordu, bu da benzin fiyatlarini anormal derece arttirdi, insanlar marketlere hucum etti, sanki kitlik cikmis gibi, restoranlar bir sekilde elektrik isini halletti ve sehrin yemek sorununu hallettiler. Evde yapacak birsey bulamayan insanlar sehrin en kalabalik caddesine hucum ettiler, muzisyenlerde cikip biraz hareket kattilar caddeye. Sehrin siradan gunluk hayati alt ust olup farkli ritueller gelistirdi sehir halki. Aslinda elektriksikligin bir faydasi, insanlara sokaklara dokmek oldu, kendimi biraz ortacag Avrupa'sinda hissettim.ABD'de gecirdigim en degisik haftamdi kesinlikle.

Gecen hafta firtina hafif dindikten sonra, evde oturmaktansa cikip biraz fotograf cekeyim demistim. Su fotograflar cikmis ortaya.

-Western filmlerindeki, terkedilmis Teksas kasabalarini andiriyor yasadigim cadde.

-Kara kara bulutlar sessiz sehrin ustundeler hala



-Firtinadan saatler sonra bile ruzgar siddeditini yitirmemis asagidaki karelerde, salinimdaki agac yapraklari ve ucusan etekler...




Umut vaat eden bir firtina sarkisi koyayim Yeni turku'den....

Bak iste yaklasiyor firtina
Bak yine yukseliyor dalgalar
......
Ne gecmis tukendi ne yarinlar
Hayat yeniler bizleri
Gecsede yolumuz bozkirlardan
Denizlere cikar sokaklara....

bir firtina tuttu bizi..

Ike kasirgasinin etkileri guney ABD'nin cogu eyaletinde hissediliyor, icerlerde olmamiza ragmen biz de dun nasibimizi aldik kasirgadan. Saatlerce suren bir firtinadan tek can kaybi ile kurtulduk. Bunun yaninda maddi hasar cok buyuk. Zavalli agacciklar dayanamadilar ruzgarin siddetine dun, intiharda buldular cozum yolunu. Evlerin catilari uctu, cogunlugu ahsap olan evler yerle bir oldu.


Elektrik telleri ve direkleri de hayatimizdaki yerlerin onemlerini gostermek adina devrildiler ve koptular. Evde elektrik yok dunden beri. Iki hafta da gelmeyebilir diyor yetkililer. Sehrin %80'i elektriksiz. Trafik isiklari yok, sokak lambalari yanmiyor. Evdeki hersey elektrikle calistigindan, evde durmanin da bir anlami yok. Ulkede kucuk tup denilen bir nesne olmadigindan yemek yapmak da ciddi bir sorun, kahve icememek daha ciddi bir sorun benim icin. Elektriksiz bir ABD'de hayat nasil akacak, gorecegiz.


Allah'tan bizim okulda elektrik var, canim okulum, canim labim benim, iki hafta labdan cikmayacacgim herhalde:)

modern zamane cellisti

Klasikten ziyade deneysel bir cello calari: Zoe Keating. Ben kendisini NPR'in RadioLAb programi ile tanidim. Bu arada itunes'den RadioLab'in podcast'lerine ulasabilirsiniz.


Ben ozellikle asagidaki tetrishead parcasini seviyorum.
Tetrishead - Zoe Keating

Zoe Keating'in eserlerini su siteden dinleyebilirsiniz.

Myspace'de TR'da kapatildiysa artik nasil dinlersiniz bilmiyorum. Imeem, vidivodo, youtube, hersey sansurlu guzel ulkemde. Artik sokaklara dokulup internet ozgurlugu icin yurunmesinin zamani geldi sanirim. Degistirebilecek seyler icin eylem yapmak, degistirelemeyecek seyler icin eylem yapmaktan daha anlamli geliyor bana.

fractal

Fractal'in wikipedia'daki tanimi soyle: "A fractal is generally "a rough or fragmented geometric shape that can be split into parts, each of which is (at least approximately) a reduced-size copy of the whole". Turkcesi parcada butunu gorebilmek galiba.

Biz bilgisayarcilarin yinelemeli fonksiyonlar ve grafik etkiler ile uygulamasini sevdigimiz alanlardan biri fractal resimler. Matematigin sanatla birlesmesi bizim icin.


Bu yaziyi yazmam, Jock Cooper'in sanatsal fractallari ile karsilasmamdan dolayidir.
Tum koleksiyona suradan ulasilabilir. Ozellikle zoomable galeri'yi tavsiye ederim. Bir zoomable asagida. Resimlerin 6 kez buyultulebiliyor.


Sitede gezinim biraz sorunlu, cok fazla galeri var, tek tek linklere basmak zaman alici, resimler bir galeri seklinde sunulabilirmis. Bir asamadan sonra yorulup resgele resim getir dugmesini kullandim sansima ne cikarsa kabulumdur diyerekten. Sansima cikan su fractal'i paylasayim.

you and me and everyone we know...

Uzun ara sonra bir film yorumu yazayim. Film genel olarak kucuk kisa filmlerden olusmus. Filmi parcalara ayirip, o parcalari filmden bagimsiz olarak kisa kisa da izleyebilirsiniz.

Filmin ana karakteri (Christine), filmin yazar ve yonetmeni Miranda July. Cok yaratici, cok ince, cok naif, cok siirsel bir yon getiriyor filme. Yuzundeki duruluk, berraklik, filmde de hissediliyor. Miranda filmde kisa filmler ceken, kafasinda projeleri olan, bu projeleri modern sanatlar muzesine gonderen, ama gecimini taksi soforlugu yaparak kazanan biri. Modern sanatlar muzesindeki film secicilerin filmini izlemeyecegini bildigi halde. Yasamdaki kucuk ayrintilardan filmler yapiyor. Bir ayakkabinin uzerine "ben ve sen" yazip bir film yapabiliyor mesela ya da bir arabanin uzerinde unutulmus icinde kucuk bir japon balikciligi bulunan bir posetle yasamla-olum arasindaki incecik cizgiyi filmlestiriyor. Karakterimizin en onemli ozelligi: yalniz, kimsesiz, sevgiye ac ve muhtac olmasi.


Filmdeki diger basrolde Richard var. Sevdigi esinden yeni ayrilmis, esi onu baskasi icin terketmis diyelim aslinda, iki cocugu olan, bir ayakkabicida ayakkabi saticisi olarak calisan, ayrilik ve is hayatindaki basarisizliklarindan dolayi kendini acinasi bir halde goren, yeni bir iliskiden korkan biri. Richard Christine'e bir ayakkabi satar. Ayakkabi satarken Christine'in ayagindaki yarayi(ayakkabi vurmus kizin ayagini) gorup, aslinda Christine'in istedigi icin aci cektigini soyluyor. Soyle siirsel bir yaklasim getiriyor ayakkabi acisi uzerine: "People think that foot pain is a fact of life, but life is actually better than that."

Richard'in iki oglu var. Bunlar devamli bilgisayar basinda. Birlikte Ascii sanatindan ornekler yapiyorlar. Filmin ismi buyuk ogulun yarattigi,noktalar ve virgullere yaptigi bir gondermeden geliyor. Ascii sanatina bir ornek asagidaki yuruyen adam. Ozellikle bir 8-9 yil once cok modaydi, bilgisayar karakterlerinden sekiller cikartmak ortaya. Bilgisayar basinda ayrica bolca chat yapiyorlar. Ozellikle kucuk ve sirinler sirini Robby'nin chat arkadasi modern sanatlar muzesinin muduru cikiyor. Enterasan bir karsilasma oluyor bu.
Filmde bunlar haricinde de irili ufakli roller alan karakterler var, parca parca onlarin hayatlarindan da kesitler konuluyor. Farkli insanlarin hayatlarinin bir kolaji gibi film. Sevdigim sahnelerden birini paylasayim burada.



Miranda July'nin bir de gectigimiz yillarda internette epey yayilmis bir filmi var,
"Are You the Favorite Person of Anybody?". Bu kisa film de "me and you and everyone we know" tadinda. Yalnizca 4 dakika. Yoldan gecen insanlara "sen birinin favori insani misin?" diye sorular soran ve insani acaba ben birinin favori insani miyim diye dusunduren bir kisa film. Onu da paylasayim hazir anlatmisken.




Sonuc:
Film dusler ulkesinden cikmis gibi, oldukca naif, bazi yerlerde gercekcilikten uzaklasabilyor, inandiriciligi azalabiliyor, diyaloglar da bazen cok siradan ve beklendik gelebiliyor. Cok sorgulamadan, rahatlamak amaciyla, pozitif enerji depolamak amaciyla izlenebilir.

yenilenme


Yillar once cekilmis bir fotografimi buldum. Fotografa bakiyorum. Kagidi sararmis, biraz da kirisik. Renkler solmus; ben, bugunku gibi degilim. Icimden bir ses, "Evdeki esyalar ne kadar yeniymis!" diyor fotografa bakarken. Bir baska ses, "Fotograftaki eski esyalar ne kadar yenilesmis!" diyerek yanit veriyor ilkine, gozlerini odada gezdirerek. Zamanin aktigini duyumsuyorum. Eskimis dedigimiz esyalar, akan zaman icinde, zamana uyum saglamislar, yipranarak yenilesmisler, yeni bir gorunum kazanmislar. Yalnizca fotograftaki goruntu oylece duruyor; bugunumuze yabanci, eski...

Mehmet Zaman Saçlıoğlu...

(Yazarin Yaz Evi, Beş Ada, Rüzgar Geri Getirirse adli öykü kitaplari okunmuş, test edilmiş, onaylanmistir. Farkli bir tarzi var Mehmet Zaman'in. Oykülerin içindeki tasvirler ozellikle cok canli. Kitaplari okuyali cok zaman oldu ama tasvirlerin kuvveti ile cogu öyküyü hatirliyorum. Turkiye'nin modern oykuculugunde kesinlikle onemi olan bir yazar. Modern oyku severlere siddetle tavsiye edilir kitaplari )

Fotografim bir tren istasyonundan...

yoklugun...


Bir nurvenur fotosuna bir Bill Withers klasigi eslik etsin. Modelligi icin sevgili arkadasim Wes'e tesekkurler...

Ain't no sunshine when she's gone
and this house just ain't no home
anytime she goes away.

Aint No Sunshine - Bill Withers

simurg photos

Turkiye'deki belgesel fotografcilarinin toplanip kurdugu bir site: simurgphotos. Sitedeki fotograflar kendi baslarina da cok guzel, bir belgesel konseptinin parcasi olarak da cok guzel.

Siteden en begendigim fotograflardan birini paylasayim burada. Fotograf Ömür Değirmenci'ye ait, Proje'nin ismi: Halkali-Sirkeci Hatti.

chicken with plum

Marjane Satrapi'den 40 dakikada bitirilebilecek bir kitap daha. Ben niye daha once onun cizgi romanlarini kesfetmemisim diye eseflendim durdum kitabi okurken.
Nasser Ali Khan, 1958'de (50-60 yaslarinda, unlu bir tar sanatcisi) yolda bir kadini goruyor ve kadina onu hatirlayip hatirlamadigini soruyor. Kadin adama onu hatirlamadigini soyluyor ve adam hayatini degistirecek bir karar veriyor bunun ustune. Ayni hafta sevmedigi karisi ona ustasindan yadigar kalan tar'i bir sinir krizi gecirip kirmis zaten. O tar Nasser Ali'nin herseyi. Hayatta tek basarili oldugu ve kendini buldugu alan muzik. Baska tarlar denese de ustasindan kalan o tarin kalitesini hicbir zaman bulamiyor. Nasser Ali, kendini tanimayan hayatinin aski ve kirilan tari yuzunden kendini olume mahkum ediyor. 7 gun odasindan cikmiyor, yemiyor, icmiyor, ve herseyden cok bekledigi-istedigi olum geliyor ona sonunda. Ana tema boyle. Ama kitap boyunca o kadar farkli konulara deginiliyor ki, yasam, olum, ask, basari, aile hayati, dogu mistizmi. Araya serpistirilmis, Rumi, Hayyam beyitleri, ozlu sozler, daha da guzellestiriyor kitabi.

Kitaptan bir bolum soyle:







Bir de youtube'de bulup hoslandigim bir tar solo. Videoda fotograflar sacma ama muzik hos. Turkiye'de youtube'in acildigina dair soylentiler esliginde youtube'den bu videoyu koyuyorum. Hala yasal olarak acilmadiysa (hos acilsa) da T.C.'nin sansurlerini siddetle kiniyorum.