border cafe

Ne zamandir bir Iran filmi hakkinda yazmamistim. Border Cafe veya diger adi ile Cafe Transit, yine kadin haklari ile ilgili bir film. Iran sinemasi kadin haklari adina nice film cekti ve cekmeye devam edecek. Ozellikle kucuk sehirlerde kadin haklari biraz zayif gibi duruyor ama Tahran-Isfahan-Tebriz gibi buyuk sehirlerden gelen arkadaslar bu filmlerdeki kadin haklari sorunlarinin abartildigini , normalde bu olaylarin cok nadir oldugunu soyluyor. Batili insanlar Turkiye'yi tore cinayetleri ile genelledigi gibi Iran'i da kadinlara yonelik olan haksizlarla genelliyor galiba. Ama anlasilan durum abartildigi kadar kotu degil Iran'da.



Cafe Transit'in konusu soyle. Reyhan'in kocasinin Turkiye-Iran sinirinda bir restorani vardir. Bu restoran genelde kamyon soforlerinin ugradiklari ve sevdikleri bir mekandir. Reyhan kocasini kaybettiginde toreler geregi kocasinin erkek kardesi ile evlendirilmeye calisilir. Reyhan bu olaya tamamen karsi cikar ve bu sinir restoranini kendi isletmeye, cocuklarina kendi bakmaya karar verir. Sadece mutfakta calisip gelen musteriyi gormeden ekmegini kazanmak istemektedir. Boylece kadinlarin calismayacagina dair olan toplum baskisini kirmaya calisir. Ama kayinbiraderi bunu ailenin onuru ile bagdastirir. Ayni zamanda mahallenin erkekleri, dul kadinin evinin onunde durup evi dikizlemeye baslar. Kadin sirf restoranin mutfaginda calisip ailesine bakmasi gibi cok masumca bir sebep icin bu kadar namus baskisi gorunce insan gercekten cok sinirlendiriyor. Ama Reyhan bu mahalle baskisina ve aile baskisina karsi tum gucuyle ayakta duruyor. Aferin be Reyhan diyesi geliyor insanin.


Reyhan'in restoranina gelen insanlar cok farkli. Kamyon soforleri genelde ve hayatlari yollarda gecmekte. Hepsinin farkli bir hikayesi var. Reyhan'in restoraninda bir ev havasi hissetmekteler. Bu yuzden de Reyhan'in musterileri gunden gune cogalmakta. Musteriler arasinda Yunanli bir kamyon soforu Reyhan'a asik oluyor ve onunla evlenmek istiyor. Ama Reyhan olen kocasina olan bagliligindan evlenmiyor. Bu restoran kisimlari filmin en ilgimi ceken kisimlari idi. Turkiye sinirinda cekildigi icin filmde Turkce ve Kurtce de duyulmakta. Sinirda yasanan sorunlar ve kamyon soforlerinin nasil zor bir hayat yasadiklari da gosterilmekte filmde.

Sonuc: Film kisaca Iran'da kadinin calisma haklari ile ilgili. Cok akici bir film. Kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Filmi suradan izleyebilirsiniz.

bir fotograf yarismasi

Genelde fotograf yarismalarina pek katilmiyorum. Cunku fotografi cekenin, fotografa yukledigi anlam teknik degerlendirmelerle olculemez. Bir fotografa ne kadar emek veriyorsak veya fotografi cektigimiz anda neler hissediyorsak o fotograf gozumuzde daha bir deger kazaniyor. Bazi fotograflarimi hic kimse begenmedigi halde ben begeniyorum. Bazen de benim cok siradan buldugum bir fotografimi baskalari begeniyor. Bir sanat eserini degerlendirmek cok subjektif. O yuzden de bu tur fotograf yarismalarina pek onem vermiyordum. Biraz da fotograflari bastirmak, buyutmek, cerceveletmek gibi islemlere zaman ve para ayirmak istemiyorum sanirim.

Buna ragmen okulun sanat sergisine katildim dort fotografla. Ikisi benim cok sevdigim soyut ve grafik agirlikli fotografti, ikisi de oylesine cektigim bol renkli fotograflardi. Tabii ki soyut fotograflarim birsey kazanmadi. Ama sirf renklerin ihtisamina, su alttaki fotografim ikincilik derecesi aldi. Bu fotografimi San Francisco yakinlarinda Carmel denilen Pasifige kiyisi olan bir ilcede cekmistim.


Su alttaki fotografim da hic birseycik almadi. Oysa ki ben asagidaki fotografi yukaridakine tercih ederim.



Sonsoz: Tabii ki derece almak sevindirdi. Almasaydim herhangi bir derece, cok da takmazdim herhalde. Ama sanat ogrencilerinin arasinda yer almak, bir sergiye katilmak daha cok sevindirdi beni. Insanlarin fotograflarimin onunde durup fotograflarimi tartismalari hosuma gitti. Yarismalar olmasa bile daha cok sergiye katilma karari aldim. Ben de varim bu iste demek cok hos!!!

kahve bahane

Buralarda insan degisik kahveleri daha bir yakindan taniyor. Gecen yil bir hostelde kalirken, Kuba Kahve cezvesi ile tanistim. Cezve diyorum, cunku normal bir ocagin ustunde kullaniyorsunuz. Ilginc bir alet bu.



Alt bolume su koyuyorsunuz, orta bolumde bir filtre var, buraya da cok ince cekilmis kahve koyuyorsunuz. Sonra kapatip ocagin ustune koyuyorsunuz. Su kaynayip buharlasmaya baslayinca, buhar kahveyle temasa geciyor ve ust tarafta bu yogun kahveli buhar bir metale carpiyor ve tekrar sivilasiyor. Sonucta, cezvenin ust tarafinda bu sivilasan kahveli buhar molekulleri cok yogun bir kahve olusturuyorlar. Sonuc muhtesem diyebilirim. Bu kadar yogun bir kahveyi daha once hicbir yerde icmemistim. Bu kahve cezvesi sadece 10 dolar, expresso makineleri gibi acayip pahali degil yani. Kahve seven arkadaslara en guzel hediye bu cezvedir diyorum. Hem bir yerden tasinirken kolayca yaninizda tasirsiniz. Bu cezve Italian coffee maker veya Moka Pot olarak da bilinmekte.

Kuba usulu kahve haric, Arap usulu kahveye dadandim bu aralar. Arap usulu kahvenin cok hos bir aromasi var. Bir de cardomon denilen yogun esansli cekirdekler ile birlikte cok ince bir sekilde ogutuluyor. Kahvenin yapimi Turk kahvesine benziyor, suyu kaynatip, en son olarak kahveyi ve sekeri karistirip kaynatiyoruz cezvede. Arap kahvesi suyun icinde cok guzel eriyor. Turk kahvesi gibi telvesi altta birikmiyor. Cok yogun bir rayihasi var. Ben bizim bolumdeki Filistinli bir arkadastan ogrendim. Simdi aksam saatlerine dogru Arap kahvesi icmeden duramiyorum. Su anda Arap kahvesi iciyorum mesela.



Tabii bir de cok bilinen French Press var. Bunun en buyuk avantaji tek kisilik yapilan kahvelerde sanirim. Kahve tanelerinin her birinin ozu cikarilabiliyor. Kahve ziyan edilmemis oluyor. Boylece elektrikli kahve makinelerine oranla daha yogun bir kahve elde etmek mumkun. French Press kahveyi koyduktan sonra ustune kaynar su dokuluyor ve karistiriliyor. Bu karisim birkac dakika bekledikten sonra, filtre ile bastiriliyor. Ben Kuba usulu kahve makinesini French press'e tercih ediyorum artik.

Butun bu kahve yapma aletlerinin en iyi ozelligi, elektriksiz calismalari ve her yere tasinabilmeleri.

Sonsoz: Kahve yapimi milletten millete degisiyor, kahveye verilen onem, kahvenin gunluk hayattaki yeri de. Bazisi (bizim gibi) sadece keyif icin kahve icerken, bazisi gununu onunla aciyor.
Her kahve makinesinden farkli bir kahve kokusu cikiyor. O kokular bizi mest ediyor. O kokulara, tadlara farkli anlamlar yukluyoruz. Kahve cogu kulturde muhabbete eslik ediyor. Muhabbetle daha bir tatlilasiyor kahvenin tadi. Bol muhabbetli bol kahveli gunler hepimize:)

yousuf karsh

Bu hafta Yousuf Karsh'in fotograf sergisine gittim, oncesinde onunla ilgili bir belgesel gosterdiler. Belgeselin ismi "Karsh is History" idi. Yasadigi donemde degisime on ayak olan politikadan-sanata binlerce onemli insanin fotografini cekmis Karsh. Oyle dijital cagdaki gibi binlerce fotograf cekip arasindan bir ikisini secmemis Karsh. Her zaman uygun ani ve uygun isigi bulup basmis denklansore.Insanlarla iletisimde cok basarili oldugu gosteriliyor belgeselde. Bu muhtesem portre fotograflari da oradan geliyor.

Gercek fotograflarinda isik kullanim teknigindeki basariyi cok acik goruyoruz. Mesela su fotgrafta sac tellerine dusen isik o kadar muhtesemki.

Ya su Picasso fotografindaki kompozisyon. Picasson'yi boyle bir testinin yaninda cekmek de cok akillica.

Karsh 1908 Mardin dogumlu. Genc yaslarinda Kanada'ya gocmen olarak geliyor, ailesi Anadolu topraklarindan suruldugunde(kibarca soylemek gerekirse). Kanada'da bir akrabasi donemin ilk fotografcilarindan. Onun yaninda cirak olarak ise basliyor. Daha sonra Boston'a gidiyor. Bu yillarda bol bol sanat muzesi gezip, isigin resimlerde nasil kullanildigini ve kompozisyon kurallarini ogretiyor kendine.

Cogu fotografi Ronesans donemi tablolari gibi.






Martin Luther King'in su fotografinin Obama'nin hope posterinde kullanildigini ogrendim belgeselde.



Portre haricinde cektigi diger fotograflarda takdire sayan/ Iste birkaci.




Bu fotografim benim favorilerim arasinda.


KArsh ayrica reklam fotografciligi da yapmis. Bu fotografta da Ford arabalarinin parcalarini birlestiren bir isci gorulmekte. Ben bu isciyi de bir aktor sandim:)


Sonsoz: Onun elleriyle gelistirdigi siyah beyaz baski fotograflara uzun uzun bakiyor insan. Dijital fotograflara insan boyle uzun uzun bakip birseyler hissemiyor ve ogrenemiyor. Bir esere ne kadar emek verilirse onun da degeri o kadar artiyor. Harcadigi emek, ustaligi ve yetenegi Karsh'in fotograflarini olumsuz kiliyor. Boyle dev bir fotografcinin fotograflarini gormek benim icin muhtesemdi, cok zevk aldim. Iyi ki Karsh bize bu tarihi degerdeki fotograflari birakmis.

kizarmis yesil domotesler

Ben "kizarmis yesil domotesler" filminin adinin olgunlasmaya yakin olan domateslerden geldigini sanirdim hep. Hani once yesil olan domotes yavas yavas gunesin sicakligiyla kizarir ya. Bu filmin adinin hep o kivamda olan domotesler oldugunu dusunmustum. Filmi izledim mi, izlemedim mi hatirlamiyorum simdi. Ama bu kizarmaya yuz tutmus domotes imaji filmle butunlesmis kafamda.



Ta ki, "fried green tomatoes" adli yemegi yerel yemekler sunan restoranin menusunde gorene kadar. Bu yemek, benim yasadigim eyaletin(Kentucky'nin)yerel yemekleri arasinda. Yesil domotesler kalinca kesilip misir ununa bulandiktan sonra kizartiliyor. Genelde kahvaltilarda omletin yaninda yeniyor.



Acaba filmin adi "yesil domotes kizartmasi" olsa daha mi iyi olurdu?? Beni yillarca bu yaniltsama ile yasatan, film ismi ceviricilerine ofkem buyuk:) Ben ve benim gibi bu yanilsama ile yasayanlar gercege kavustu sonunda. Bir gercegi daha ortaya cikarmanin sevincini, kivancini yasiyorum blogumda. Bu arada ABD'nin yemek kulturu yok diyenler yalan soyluyor, ozellikle guneye inildikce ABD'ye ozgu baska mutfaklarda gormediginiz yemeklerle karsilasiyorsunuz. Genelde agir ve yagli yemekler bunlar, midenize oturuyor resmen. Yesil fasulye ve misir bolca kullaniliyor. Yani adamlarin kendine ozgu yemekleri var, yok demek haksizlik olur. Bir baska yanilsama da bu olsa gerek.

Sonsoz: Arada bir blogda geyik yapmak iyidir.

soz cizginin

Hicbir soze gerek kalmadan, zeki cizgileriyle bu kadar cok sey anlatan, yuzumde hep bir gulumseye sebep olan karikaturist Turhan Selcuk. Hoscakal!!!!


siz hic hummingbird gordunuz mu??

Daha once bu hummingbird hic gormemistim ve neye benzediginden de haberim yoktu.

Gecenlerde bu kusla burun buruna geldim. Oyle karsimda muhtesem renkleri ile havada asili kalinca, kucuk capli bir mucizeye denk gelmenin secincini yasadim. Insanlar bu guzel kusu evlerine cekebilmek icin evlerinin bahcesindeki agaclara sekerli su karisimi asiyorlar. Benim de bahcem olsun, ilk is bu kus besleme kaplarindan alacagim.


Hummingbird'un Turkce adi sinek kusu imis. Hayatimda gordugum en guzel kustu. Serceden biraz daha kucuk bir kus ya da serceyle ayni boyutta. En buyuk ozelligi havada dakikalarca asili kalmasi. Hicbir yere tutunmadan sadece kanatlarini cirparak, asili kaliyor havada. Havada kalmak icin dakikada 70-80 arasi kanat cirpiyor.


Su videoda hummingbird'un havada asili kalmasi izlenebilir.

oskar oncesi ABD sorunları

Oscar torenlerine bu kadar az bir zaman kala, Oscar'a aday olan uc filmden bahsedeyim.

Ilki Precious.Birkac ay once izledigim bu film insani acayip derecede rahatsiz ediyor.O kadar rahatsiz etti ki beni, buraya yazmadim ve sonrasinda da dusunmek istemedim filmde olanlari.



Precious, bas karakterin adi. Annesi ona dogdugunda cok degerli oldugu icin bu adi vermis. Babasi denilen sapik herif(tum kufurleri siralayabiliriz bu adama, ben Ingilizce cok rahat kufur ediyorum da Turkce yazamam onlarin karsiliklarini buraya simdi) Precios'u bebeklikten beri taciz ediyor, 6-7 yaslarinda da tecavuz ediyor. Precious 12 yaslarinda babasindan ilk cocugunu doguruyor, 16 yaslarinda tekrar hamile kaliyor babasindan. Annesi(Mo'nique oskara aday bu roluyle) denilen asagilik kadin (yine bolca kufur bu kadina), cocugu koruyacagina kiskanclik krizine giriyor.Cocuk, erkegini elinden aldigi icin cocuktan nefret ediyor ve onu igrenc yemeklerle besliyor, devamli dovuyor, asagiliyor. Bu kiz, sonunda cok obez oluyor tabii ki. Bu kizin film boyunca yedigi seyler igrenc otesi. Bazi yemek sahnelerinde ekrana bakamadim, o kodar igrenc seyler yiyor bu kiz.



Her neyse bu kiz ikinci cocuga hamileyken normal liseden atiliyor ve birebir egitim veren bir okula basliyor. Filmin bu kisminda Precious'un kendine guveni artiyor. Okul kismi daha zevkli filmde.

Bu filmle ilgili sonsoz: ABD'nin hayat tarzindaki bazi sorunlara parmak basiyor. Gun boyu tv izleyen kadinlar, aile ici siddet, ensest, kadin haklari, egitim sorunlari, devletin sosyal yardimina sirtini dayayan insanlarin drami. Filmden cikinca da film esnasinda da allak bullak oluyorsunuz. Biraz rahatlayim patlamis esnasinda tarzi bir film degil kesinlikle. Ama ABD'de hasir alti edilen sorunlari gostermede cok basarili.

İkinci film "Up in the air". 6 dalda oskar adayi bu film. Ben bu filmi cok vasat ve cok yuzeysel buldum. Bir gulumsemesine kurban oldugumun George Clooney'si olmasa cok da cekilir olmazdi herhalde.



Bu film ABD'nin en onemli sorunu issizlige parmak basiyor. Son 2-3 yildir ciddi bir isten cikarilma soz konusu ABD'de. En saglam firmalar iflas ediyor ya da kuculmeye gidiyor. Turkiye'de bebeklikten beri alisageldigim issizlik, enflasyon gibi terimler burada da gunluk yasamin bir parcasi. Bu filmde hazir boyle bir problem var, niye kullanmiyoruz bu problemi bir fimde fikriyle ortaya cikmis. Boyle bir konuyu isledigi icin bu kadar cok odule bogulmus film.

George'un isi, firma firma dolasip insanlarin isine son verme. Sayisiz insanin isine son veriyor sayisiz firmada. ABD'nin farkli sehirlerindeki firmalarda calisiyor. Bu yuzden de hayati ucaklarda ve otellerde gecmekte devamli. En buyuk hobisi ucus mili toplamak. Amaci 10 milyon mile ulasmak. Ben bu mil biriktirme olayini biraktim dogrusu. O kadar ucuyorum, ucuyorum, topladigim millerle ya sacma bir dergi abonesi olabiliyorum ya da onu bile olamiyorum. Bence tamamen yalan bu havayollarinin verdigi miller.

Filmi izlerken farkettim ki, George'un gittigi cogu havaalanina ben de inmisim. Ucaklar benim de hayatimin parcasi olmus. Havalanma anlari sevmisim ama inislerde acemi ABD pilotlarinin sert inislerini sevmemisim. Bu arada havaalanlari arasinda benim favorim Detroit havaalani. Isiklari devamli degisen soyle bir tunelden geciyorsunuz. Cok zevkli bir tunel bence.



Filmde bol bol American Airlines ve Hilton'un reklami yapilmakta. American Airlines bence kotu bir firma. Ama hirbir Amerikan firmasi Turkiye'nin en kiytirik otobus firmasinin rahatligini ve ikramini saglamiyor. 6 saatlik bir ucusta en fazla bir bardak su alabiliyorsunuz.



Filme geri donecek olursam, filmde aile hayatinin onemine karsin yalnizlik temasi islenmekte. George iliskilerin, hayatimizdaki kisilerin, sahip oldugumuz herseyin sirtimiza binen yukler oldugunu, bunlarsiz hayatin daha mutlu gectigini soyluyor. Buna karsin filmin sonunda isten atilan insanlar, bu sikintili donemlerinde ailenin ve hayatlarindaki insanlarin ne kadar onemli oldugunu vurguluyor. George'un bir sirt cantasi metaforu var filmde ama cok zayif bir metafor.


Bu filmle ilgili sonsoz: Bir kez izledikten sonra bir daha izleyim asla demiyorsunuz. ABD'nin son yillardaki ekonomik cokusunu ele alan nadir filmlerden oldugu icin bir iki oskar alabilir belki. Bir de bence bu filmi izlemek icin para vermeye hacet yok. Iste suradan izlenebilir. Bu sitede cogu Hollywood filmini stream edebiliyorsunuz:)

Bir baska aday film "Food Inc." Bu belgesel filmde ABD'nin yemek sorunu enine boyuna ele alinmis. Micheal Pollan filmde uzunca bir sure yer almakta bu filmde. Micheal Pollan burada yiyecek sektoru ile ilgili kitaplar yazan biri. Filmde en cok hayvan ciftliklerindeki ic karartici durum, ABD'de misir uretimi coklugundan markette gordugumuz herseyin aslinda misirdan yapildigi ve tum urunlerde obeziteyi tetikleyen ve tokluk hissimizi yok eden misir surubunun oldugu vurgulaniyor. ABD'de tavuklarin, ineklerin ya da baliklarin bile misirla beslendigini goruyoruz. Yani ABD'de markette gordugumuz etten-sute kadar tum yiyeceklerin ana maddesi misir. Bu sagliksiz yiyeceklere alternatif organik gidalar. Ama bu organik lafi da cok ticari bir laf. Bu filmde ABD'nin yiyecek sorununa dikkat cekilmekte. Dogrusu bu belgesel ABD disi ulkeleri cok ilgilendirmemekte bence. Turkiye'de misir bu kadar cok kullanilmiyor saniyorum ve umuyorum.




Oscar'la ilgili sonsoz: unutmayalim ki bu odul sadece ABD yasam tarzinin yansitilmasina verilmektedir, odul kazananan filmler guzel film demek degildir, bu odule karsi hicbir saygi duymamaktayim bir kez daha belirteyim.