agit

Bazen Turkiye gazetelerine bakmaya korkuyorum. Nasil bir felaket haberi okuyacaginizi hic tahmin edemiyorsunuz. Buradan kotu haberleri okumakla Turkiye'den o haberleri okumak farkli. Buradan okuyunca bir akrabanizi kaybetmis kadar kotu oluyorsunuz.

Bu sabah da Isparta'da dusen ucak ayni seyleri yasatti. Yogun bir gunum olmasina ragmen kilitlendim resmen. Belki olenler arasinda benim gibi universite mensuplari oldugundan, belki benim de iki yil once benzer bir DPT toplantisi icin Isparta'ya gidisimden. Iki uc gunlugune bir is icin bir sehre gidiyorsunuz, kafanizda yapilmasi gereken onlarca isin listesi, toplantida sunacaginiz calisma, geziden dondukten yapmaniz gerekenler, gormeniz gerekenler, sizi kimin karsilayacagi hersey planlanmis. Tek "olum" yok planlar arasinda.


Haberleri kisisellestiriyorum sanirim. Oyle olunca, tv'den duyup baskalarinin felaketi olmaktan cikiyor yasanan felaket. Ayni hisleri Disisleri bakanligi servisinin Batikent kavsagindaki kazasinda da hissetmistim. Hergun ben de ayni kavsaktan bir servis araci ile isime gitmekteydim. Olen insanlar da benim gibilerdi. Simdi de oyle, benim gibi insanlar, hic ummadiklari anda olduler. Nur icinde yatsinlar..

Yansimalar'dan "agit" dinleyelim onlar icin.

The Gold Rush

Charlie Chaplin'in 1925 yapimi bir filmi. Tamamiyle sessiz olan orijinal filme 1942 yilinda Charlie tarafindan seslendirme yapilmis. Sinema tarihinin en iyi 100 filmi arasinda. Charlie'nin "hatirlanmak istedigim filmim" dedigi filmi.



Film Amerika'nin soguk karla kapli koselerinden birinde altin avina cikan insanlarin oykusunu anlatmakta. Amerika'nin tarihinde "Gold Rush" denilen bir donem var. 1800'lu yillarin sonlarina dogru insanlar altin bulmak umidiyle Kaliforniya'ya gitmekteler. Zengin olurum hayali kurarak. Bunda klasik Amerikan ruyasi diyoruz. Ama gidenlerden cok azi gercekte altin buluyor ya da kucuk miktarlarda altin bularak istedikleri zenginlige kavusamiyorlar. Charlie'den bu hareketten esinlenerek "altina hucum" filmini cekmis.

Charlie filmde altin bulma umidiyle Alaska'ya hareket ediyor. Alaska karlar altinda ve soguk, kar firtinalari ve ayilar var ortalikta. Bir firtinanin ortasinda kendini bulan Charlie'nin karsisina bir kulube cikiyor. Zaten Charlie'nin filmi deyince kulube olmazsa olmaz. Kulubede' kulubenin sahibi ve iri yari bir altin avcisiyla (Big Jim ile) mahsur kalirlar. Kulubede yenecek birsey yoktur, bu yuzden sukran gunu yemegi icin Charlie kendi ayakkabisini pisirir. Bu sahne filmin en unlu sahnelerinden biri. Bu sahne'de jelibon turunde bir tur sekerleme kullanilmis. Bu sahne 63 kez cekilmis, 3 gun surmus cekimler, sahne bittiginde Charlie seker komasina girip hastaneye kaldirilmis. Bu da ek bilgi olsun.



Aclik sinirini gectikleri halde Charlie insanliktan cikmamaya kararlidir. Kendisini tavuk olarak goren Big Jim'e silahini dogrultamaz ornegin. Bu ilk bolumde insanlarin aclik karsisinda ne tur hallere dusebilecekleri gosterilmekte.

Daha sonra kar firtinasi biter ve Charlie sehir merkezindeki bir bara gider. Bu barda bir kiza asik olur. Kiz zengindir ve pesinde baska erkekler de vardir. Kiz sirf eglenmek amaciyla Charlie ile dans eder, daha sonra Charlie'ye yeniyila birlikte gireceklerine dair soz verir. Charlie'nin hic parasi yoktur, bu yuzden kurekle kar temizleyip bir miktar para kazanir. Bu parayla kiz icin yeniyil yemegi hazirlar ve ona hediye alir. Sonra kizi beklemeye baslar. Beklerken masanin basinda uykuya dalar ve ruyasinda su unlu ekmek dansini yapar. Cok eglenceli bir dans.



Kiz oysaki Charlie'ye verdigi sozu unutmustur, bir partide eglenmektedir. Charlie'yi uykusundan yeni yil canlari uyandirir. Charlie uzgundur. Tum izleyiciler Charlie'ye acimistir herhalde bu sahnede. Film sonuna dogru Charlie ve Big Jim tesadufen bir hazine bulurlar, zengin olurlar, ve gemiyle Alaska'dan ayrilirlar. Ayni gemiye kiz da binmistir tesadufen. Charlie sevdigine kavusur. Film mutlu bir sekilde biter. Amerikan ruyasi gercek olmustur Charlie icin.

Filmin baska bir unutulmaz sahnesi, Charlie ve Big Jim'in kulubelerinin bir ucurum kenarina suruklenmesi ve burada yarisi boslukta kalacak sekilde dengede kalmasi ve bu sekildeki bir kulubeden kurtulma cabalari. Ne yazik ki bu sahneyi bulamadim youtube'den.


Sonuc: Her ne kadar naif bir oykusu de olsa insanin aklinda kalan bir film. Izlerken hem egleniyor, hem dusunuyor. Charlie'nin yetenekli bir oyuncu ve yonetmen oldugunu bir kez daha anliyorsunuz.

Gunesin alevden saclari


Fotografima Dogan Canku eslik etsin..

american beauty

Bundan tam 7 bucuk yil once Ankara'da Buyulu Fener sinemasinin Turkan Soray salonunda izlemistim bu filmi. Bu kadar ayrintili hatirlamamin sebebini yazmayayim buraya:) Tabii o zamanlar genctim ve ABD'de hayat tarzindan bihaberdim. Bu yuzden filmden dogal olarak etkilenmemistim. Neden Oskar aldigini anlayamamistim o zamanlar. Hos hala Oskar odulu verilirken ne tur kriterlere bakildigini bilmiyorum, anlamiyorum. Ama genelde Amerikan vatanseverligini veya Amerikan hayat tarzini ele alan filmlerin avantaji var sanirim. Bir de buyuk firmalarin yaptigi filmler daha cok Oskar aliyor. Bagimsiz filmlerin Oskar alma orani cok dusuk.

Buraya geldim geleli bu filmi tekrar izleme istegi uyandi icimde. Bakalim bu sefer filmi daha iyi anlayabilecek miyim diye merak ettim. Izledim ve cok farkli hissettim gercekten. Bazi zitliklarin veya sorunlarin neden zit veya neden sorun oldugunu insan biraz daha net gorebiliyor. Insanlarin yuzundeki giyinilmis mimiksiz-mutlu ifadelerin altinda ne tur sorunlar yattigini cok daha iyi anliyor. Turkiye'deki ile Amerika'daki insanlar arasindaki temel fark belki de bu. Bizim acilarimiz yuzumuzde, mutsuzluklar, kederler Turk insaninin yuzunden kolaylikla okunuyor. Ama disaridan beyaz Amerikalilarin sorunlarini anlamak pek kolay degil. Yuzlerinde hep ayni ifade ile utopik bir ulkede yasiyorlarmis gibi. Imajlari cok saglam paketlenmis. Insandan cok vitrin mankenlerini andiriyorlar. Yaslanma nedir bilmiyorlar. Hep genc gorunme cabasi. Kucuk bir yuz kirisikligina tahammul yok utopik mutlular ulkesinde. Bu sadece distan gorunus. Sonra bir sekilde insanlari tanimaya, sohbet etmeye baslayinca cok farkli acilarla, kayiplarla, aldatmalarla, escinsellikle, guvensizlikle karsilasiyorsunuz. Bu sorunlar cogu zaman uyusturucu ile (filmdeki koca rolunde izledigimiz gibi) veya yapay iyilestirme methodlari ile(kadinin dinledigi "sen kurban degilsin, gucsuz degilsin" kasetleri gibi, veya silah kullanarak guc ve guven kazanma gibi veya "davul calarak sorunlarinizda arinin" gibi kurslarla) bastirilmaya calisiliyor.Onlarin da sorunlari oldugunu anlamaya basladiginiz zaman, vitrin mankenleri insanlasiyor gozunuzde. Asagida filmin anne rolundeki Annette Bening'in filmden su karesi, sozcuklerle anlatmak istedigim mutlu yuz ifadesini daha iyi anlatiyor sanirim.


Su fotograf da bizim gazeteyi actigimda gordugum beyaz-Amerikali insan yuzleri. (Demek istedigimi daha da pekistirmek icin)


Filme donecek olursam, filmdeki oyunculuklar cok iyiydi, Kevin Spacey deyince orada durmak lazim zaten, ama tabii ki herkesin favorisi ve benim de favorim psycho rolundeki Wes Bentley idi. Filmdeki isik kullanimi, renklerin kullanimi, muzikler, sahnelerin siyah-beyaz-gri donusumleri, yakin cekimlerdeki basari, unutulmaz replikler, hepsi, butunuyle cok guzeldi.

Biraz da elestireyim filmi. Bir uyusturucu saticisinin bu kadar temiz sartlarda calismasi, steril bir hayat surmesi, arkasinda ve cevresinde birileri olmadan bu kadar ozgurce bu kadar para yapmasi sacma geldi bana. Kizin neden babasindan nefret ettigi de bence cok guclu verilmemis. O yaslarda kizlar genelde annelerinin nefret eder ya da otoriter babalarindan. Ama rahat bir babadan olduresiye nefret etmek anlamsiz. Baska bir konuda, kocanin karisini baska bir erkekle gordugu gunun aksami, kadinin kocasina "ben kurban degilim" konusmalari hazirlamasi ve kocasini oldurmeyi dusunmesi de bir baska anlamsiz gelen noktaydi.

Bir de filmin Turkce ismi filmi hic izlemeyen birinin fikriydi sanirim. "Amerikan Guzeli", insani bir kisi uzerine ustune dusunmeye itiyor. Ama filmin ismindeki "beauty" farkli bir anlam tasimakta. Unlu ucan poset sahnesinden sonra cocugun yaptigi konusmada yatmakta sir. Ben nasil cevirirdim bilmiyorum ama Amerkan Guzeli yaniltici bir secim.

Amerikan Beauty filmi denilince ucan poset sahnesi konur youtube'den, degil mi ama.



Bir de filmin sonundaki satirlarin ingilizce versiyonunu koyayim.

"....when there's so much beauty in the world. sometimes i feel like i'm seeing it all at once, and it's too much, my heart fills up like a balloon that's about to burst...and then i remember to relax, and stop trying to hold on to it, and then it flows through me like rain and i can't feel anything but gratitude for every single moment of my stupid little life..."

Sonuc: Filmi tekrar izledikten sonra filmin gozumdeki degeri farklilasti. Imdb'nin en iyi 250 film arasinda neden 35. oldugu biraz daha anlasilir oldu. Mukemmel bir film degil ama uzerine dusundurtturuyor. Benim sevdigim filmler listesine girdi bile.

Sukran Gunu

Bu aralar pek gezme, farkli sehirler gorme firsati bulamiyorum. O yuzden gezi yazilari pek yazamadim. Bu yuzden isin kolayina kacip Amerika'ya ozgu onemli bir gunden bahsedeyim "sirt cantamdan" kosesinde. Gectigimiz persembe gunu Sukran gunu idi burada. Sukran gunu sadece kuzey Amerika'da kutlaniyor. Amaci yaz sonu toplanilan hasat urunleri icin sukretmek. Asagiya balkabagi tarlasindaki hasattan cekmis oldugum bir fotograf var.


1600'lu yillardan beri kutlanmakta Sukran Gunu. Bazilari Amerika'nin kurulusu ile ozdeslestiriyor. Gunumuzde her kasim ayinin 4. persembesi kutlaniyor. Carsamba arefe gibi kabul ediliyor. 5 gunluk bir tatil basliyor herkes icin. Genelde bu tatil aile ile geciriliyor. Persembe gunu, ziyafet seklinde bir yemek hazirlaniyor. Yemekte ne kadar cok kisi olursa o kadar iyi. Yemegin menusu soyle: doldurulmus hindi, yesil fasulye, patates puresi, tatli patetes, cranberry sosu, haslanmis kocanli misir, bu misirin ustune surmek icin tereyag, tereyag ev yapimi ekmegin uzerine de surulebilir tabii. Tatlilar ise balkabagi payi, ceviz(pecan)payi, elma payi, bu paylarin uzerine genelde krem santi konuluyor. Sukran gunu menusu geleneksel Amerika mutfagini gosteriyor. Yemek baslamadan once de geleneksel olarak insanlar nelere sukrettiklerini soyluyorlar. En azindan biz oyle yaptik.



Simdi, biz Turkiyeli Turkler icin baska bir konudan bahsedeyim. Bu ozel gunde burada "turkey" yeniliyor. Eger Sukran gunu yemegine davetliyseniz, hindi'ye neden "Turkey" denildigi sorulmasi muhtemeldir. Hos baska zamanlarda da bu soru cokca sorulmakta. Arastirmalarima gore Ingiliz'ler Turk tuccarlardan bir kus alirlar(muhtemelen culluk) ve buna "turkee cock" adini verirler. Bu isim zamanla "turkey" olur. Sonra da bizim basimizin belasi. Ama bizim hindi'ye neden hindi dedigimizde ilginc. Kusun gercek orijini Amerika. Amerika, ilk basta new India olarak adlandirilmis. O yuzden bu yeni kitadan gelen bu kusa bazi ulkeler(Almanya, Italya, Fransa, Osmanlı Imp.) Hint kusu adini vermis. Keske su kus ismini bir ulkeden almasaymis. Bir isim uydursalarmis zamaninda.

Tekrar Sukran gunune doneyim. Sukran gununden bir gun sonra yani cuma gunu Amerika'da bir alisveris cilginligi yasaniyor. Bu cuma gunune Kara Cuma(Black Friday) da denilmekte. Bazi insanlar o gece hic uyumadan alisveris merkezlerinin onunde siraya giriyor. Sukran gununden once hangi urunlerde ne kadar indirim oldugunu dukkanlar acikliyor. Cuma sabahi 4'te sabahin korunde dukkanlar aciliyor. Insanlar dukkanlara hucuuum edip bu urunleri kapisiyor. Hala bir mantik bulabilmis degilim bu alisveris cilginliginda.



Sonuc: Sukran gunu Turkiye'de sanildigi gibi dini bir kutlama degil. Cunku ben Turkiye'de oyle saniyordum. Bir de sukurler olsun 5 gunluk tatil bitiyor. Burada uzun tatilleri hic cekemiyorum. Ozellikle bir yerlere gidemediysem.

sonbahara ovgu

Yasadigim sehrin en guzel yani agaclari, ilk-baharda yeseren, son-baharda kizillasan-sararan yapraklari sehre bir hava katiyor. Bu sehirden ayrildigimda en cok agaclarini hatirlayacagim sanirim.

Her neyse maalesef fotograf makinemi kirdigim icin bu sonbahar buranin renklerini cekemedim. Anahtar sayimi bir artirdigimdan(artik arabam var, yehu) da bu aralar yeni makineyi butcem desteklemiyor. Renk renk yapraklari, agaclari beynime ve bilincaltima kaziyorum o yuzden. Ilerde belki ruyalarimda gorurum bu renkleri. Bir de gecen sene geldigimde oyle cok yaprak ve agac fotografi cekmistim ki, fotograf cekememem iyi oldu diye dusunuyorum bir yandan. Gecen sene cektigim agaclardan, yapraklardan ornekler....

Curume

Zitlik

Sonhabar geometriyi sever:)

Dokulen yapraklarina agit yakan agac:)

Gurbet



Buhar Son fotografta bir arabanin ustune dusen iki yapraga bulut yansimasi eslik etmekte.


Bu fotograflara uyumlu bir siir koyayim Can Yucel'den..

Yaprak Dokumu
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar

Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca rüzgâr
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabî eşkiyalar

Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?

Paris, je t'aime

Bugun tesadufen Paris je t'aime filmini izledim. Cok fazla bigi edinmeden oylesine gitmistim sinemaya. Tam bir surpriz oldu bana. Cunku kisa filmlerden olusuyordu. Ankara'daki film festivallerinin en cok kisa film bolumlerini seven benim icin tam bir festival oldu. Bir de Avrupa havasini solumus olduk.

Film'de tam 20 kisa film var. Filmler bircok unlu yonetmen tarafindan cekilmis, yonetmenlerden ornek verecek olursak Coen kardesler, Jean-Luc Godard, tom Tykwer, etc.. Bircok unlu yuzu gormek de mumkun kisa filmlerde. Filmlerin birbiriyle ilgisi yok. Her oyku birbirinden farkli. Biraz Paris'in kozmopolit yapisini gostermekte. Biraz Paris'e giden turistlerin neden Paris'ten etkilendiklerini gostermekte. Paris'in unlu sokaklarina, gorulmesi gereken yerler listesine bir kisa film sıkıstırılmıs gibi.

Yonetmenlerin ve oyuncularin yarisi Amerika kokenli oldugu icin yine de tam bir Avrupa filmi izlemis gibi hissetmiyor insan. Filmin dili Ingilizce ve Fransizca agirlikli.

Filmlerde cogu zaman kadin-erkek arasi iliskiler gosterilmekte. Fakat farkli perspektiflerden. Kadin-erkek iliskisinin yani sira aile iliskileri de ele alinmis. Mesela Juliette Binnoche bir anne rolunde bir filmde. Nick Nolte bir baba rolunde baska bir filmde.

Ben filmden sevdigim birkac kisa filmi buraya koyayim.

Ilk once Paris'te turist olmayi cok guzel anlatan bir Coen kardesler filmi gelsin.

Tuileries


Sonra bir iliskinin dongusunu cok guzel anlatan "Fauborg Saint-Denis" gelsin. Bu filmi daha once de izlemistim. Bir ara tek basina unlu olmustu sanirim.



Bu filmin ayrilik temali telefon konusmasi bir ara cok unlu olmustu.
"there are times when life calls out for a change. a transition. like the seasons. our spring was wonderful, but summer is over now and we missed out on autumn. and now all of a sudden, it's cold, so cold that everything is freezing over. our love fell asleep, and the snow took it by surprise. but if you fall asleep in the snow, you don't feel death coming. take care"

Baska bir filmde de iki pandomimcinin aski anlatilmakta.

Tour Eiffel


En iyi ask oykusu ise kesinlikle su kisacik filmdi. En iyi askti cunku platonikti, baslamadan bitti.

Place des Fetes


En sondaki filmde bir Amerikali Paris'e gider. Nedenini bilmiyorum ama en cok etkileyen film bu oldu beni. Kadin duygulari cok guzel ifade etmis.



Sonuc: Kisa filmleri seviyorsaniz, hepsini bir hamlede izleyebileceginiz bir film.

bir konserden

Yas ortalamasi 75 olan Dave Brubeck dortlusunden muthis bir jazz performansi dinledim. Gercekten superlerdi. Amerika'da yasadigimi hissettirdiler sagolsunlar. Ozellikle drum ve saksafon sololor mushisti.

En taninmis parcalarindan biriyle konseri bitirdiler. Ben de o parcayi paylasayim burada. Dave Brubeck Quartet'ten "Take Five" ...

bir sergiden

Kasim ayina bir fotograf sergisiyle baslayalim. Gecenlerde gittigim bir galerinin duvarinda Paul Coponigro'nun su fotografini gordum, begendim, blogumda yer verymeye karar verdim.

Ismi : Running White Deers. Hareketi cok iyi yakalamis fotografci. Siyah beyaz zitligi da cok hos olmus bence.



Bir diger fotografi ise:

Sanirim icinde su, yansima ve agaclar olan binlerce fotograf gormusumdur. Cok orijinal bir tema olmasa da her bir yansima fotografi ayri bir tad veriyor bana.

Fotograflarin buyuk boylari gercekten hostu. Maalesef ben cok kucuk boyutlu bulabildim internette. Bugunluk boyle idare edecegiz.