black swan - siyah kugu

Bu aralar herkesler bu filmden bahsediyor. Radyoyu ne zaman acsam, filmin yildizlarindan birinin ropartajina denk geliyorum. Herkes Natalie'nin oskarina kesin gozuyle bakiyor. Film IMDB'nin 110.sirasinda. Tabii bir de Winona Ryder oynuyor filmde. Boyle olunca benim de filmi gorme istegim zirve yapti.


Filmde bir cam fanusun icinde dans eden narin balerinlerinin hayatlarinin  o kadar da narin olmadigini goruyoruz. Hem kirilgan, narin birini hem seksi,seytani birini dans etmesi gerekiyor Natalie'nin. Natalie hala annesiyle yasayan, pembe duvar kagitlari, pembe nevresimler ve oyuncaklarla dolu bir odada yasayan, pembe kiyafetler giyen, incecik, kendini mukemmel dansa adamis biri. Bu yuzden iyi rolunde hic bir sikintisi olmuyor. Ama kendisinin kotu yanini ortaya cikarmakta epey zorlaniyor.Ve zamanla kendine eziyet etmeye basliyor. Halusulasyonlar gormeye basliyor. Baskalarina zarar verdigini dusundugunde vucudunda daha cok darp yarasi oluyor. Halusulasyonlardan dolayi biz de gercekle gercek olmayani ayird edemiyoruz.  Daha bir geriliyoruz boyle olunca. Daha fazlasini soylemeyeyim. Yeterinden cok soyledim.


Film piskolojik gerilim tarzinda.  Epey bir gerildim filmin sonunda. Muziklerde sagolsun gerilimi hat safhaya cikariyor. Natalie'nin vucudundaki yaralar, kanamalar insanin icini bayiyor. Natalie'nin zapzayif vucudu da beni urktu dogrusu. Bu film icin 10 kilo'dan fazla vermis. Sanirim 39-40 kilo civarindaydi filmde.


Film bazi noktalarda bana dovus kulubunu hatirlatti. Tabii ki dovus kulubunun yaninda sonuk. Oyle tekrar tekrar izleyeyim dedirtecek Chuck Palahniuk felsefesi yok. Balerinlerin rekabet, birsey olur korkusu  dolu hayatlarinin, danscilarin ruh dunyasina verdigi zarar konu ediliyor. Cogu erkek izleyici icin bayik gelebilir ama Natalie'nin opusme, masturbasyon, ve lezbiyen sevisme sahneleri de erkek seyircileri memnun edecektir. Bu opusme ve lezbiyen iliski, filmin konusundan daha cok konusuldu buralarda. Natalie ciddi bir yahudi, Kudus'te dogmus, yahudi gelenekleriyle yetistirilmis. Arkadaslarindan yaninda kosher yemektense vejetaryan olmayi secmis. Harvard piskoloji egitiminden sonra yine Israil'e gidip masterini yapmis. Bu dindar yapisi ve ailesi bu tur sahnelerde oynamasini onaylamiyor. O yuzden de ailesinin bu filmi onaylamamasi bu kadar gundemde buralarda.

Filmde  Winona Ryder'in rolu cok ufak. Biraz zorlama konulmus gibi. Olmasa da olurdu bu rol sanirim.



Sonsoz:  O kadar konusuldugu kadar guzel bir film degil, beklentileri cok abartmamak lazim, ama  bu tatil gunlerinde izlenebilecek hos bir alternatif. Zaman zaman agirlasan bir yapisi var, herkes sevmeyebilir bu balerinlerin korku dolu dunyasini.Ama piskolojik gerilimi sevenlerin izlemesini oneriririm


.

bing bang theory

Ben bu diziye cok fena kaptirdim. Tum sukran gunu tatilinde bunu izledim.  Uzun ara sonra beni gulduren tek dizi oldu. Cevremde cok fazla boyle tip oldugundan mi bu kadar guluyorum, yoksa dizi gercekten komik de mi guluyorum bilmem. Bas karakter Sheldon Emmy aldigina gore, tek gulen ben degilim sanirim.


Dizide 4 asosyal inek tiplemesi var. Hepsi Caltech'te calisiyor. Artik doktoralarini almislar. Sheldon, Leonard, ve Raj fizik alaninda doktorali. Howard ise masterli bir muhendis. Derecelerini bir yana koyarsak hepsi cocuk gibi. Kendi aralarindaki konusmalari normal insanlar pek anlamiyor. Bilim-kurgu filmlerini izleyen, video oyunlara fena halde dadanmis, kizlarla iletisimde zorluk ceken, oyle herseyi yemeyen, bazi anlamlarda hala anne kuzusu olan tipler. Bunlarin hayati, yeni komsulari tipik sarisin Penny ile degisiyor. Penny bu bilim adamlarinin aksine Cheesecake Factory'de calisiyor ve hepsine oranla cok daha yasam dolu ve normal.


Benim dizideki favorim Sheldon. Tum aksiliklerin onda toplanmasi, en gecimsizinin o olmasi, soylenmeyecek seyleri soylemesi, yuz ifadeleri super. Kendisi teorik fizikci ve teorik fizik haricinde tum bilim dallari ve meslekler onun icin cocuk oyuncagi. Muhendislere, sizin yaptiginiz da bilim mi diyor. Bir muhendis olarak bu sozler o kadar cok duydum ki. Bir alanda calisanlar diger alanlara hep yukardan bakiyor. Gercek hayatta arkadasligi kolay olmayan bir tip. Daha sonra Howard geliyor sevdiklerim arasinda. Leonard'i biraz soguk buluyorum. Raj da hic konusmuyor, konusunca hep benzer espriler yapiyor.


Diziyi izledikledikce ozellikle lisans ve masterdaki arkadaslarim gozumun onunden bir film seridi gibi geciyor. Benim de Star Wars'un yeni trailerlerini bekleyen, sirf trailer geldiginde kendinden gecen arkadaslarim var. Ya da Indiana Jones'un 21 saniyelik ek parcali bir versiyonunu izlemek icin geceden kuyruklar olusturan arkadaslarim. Bu tur filmler cikitktan 24 saat icinde izleyemezlerse bu arkadaslar fena depresyona giriyorlar. Strateji oyunlarinda normal insanlarin erisemeyecegi seviyelere ulasan ve bu oyunlarla ilgili gece gunduz konusma kapasitesi olan arkadaslarim da var. Oyle herseye ve herkese dokunamayan, peceteyle birseylere dokunan  asiri titiz arkadaslarim da var.Ya da gunde ellerini 50 kez yikayan tipler de.



Farkli t-shirtler giyen ve t-shirtlerin dizaynina ozel bir onem veren arkadaslarim da. Sirf bu t-shirtleri anlamak icin bile biraz nerd olmak lazim. Dizide Seholdon ve Leonard hep ozenle secilmis t-shirtler giyiyorlar. Howard ise oyle her nerd'un kolaylikla giyemeyecegi kirmizi-mavi dapdaracik pantolanlar giyiyor. Uzay yolundan cikmis bir karakter hala. Genelde ergenlikte gorulen farkli giyerek cool olmaya calisan bir tip gibi hala. Raj ise kizlarla konusamayan bir tip. Bunun da suveterlerine bayiliyorum. Gercekten bazi Hintli arkadaslar bu tur suveterler ve degisik altin yuzukler takiyor. Ama Hintli arkadaslarim hep cok konuskan ve sicakkanli olmustur. Raj gibi cekingen bir Hintli gormedim henuz. Raj uzerinden yapilan irklarla ilgili sakalar da epey gercekci, ama bir sure sonra bayat geliyor.


Biraz gulmek icin hic fena degil bu dizi.Ozellikle tatil donemlerinde pek iyi gidiyor.Benim favori boulmlerimden biri surada. Sheldon'un hediyeler ile ilgili teorilerine bayiliyorum. Mr. Spock imzali peceteyle kendinden gecmesi de super.

Bana Bana Gel ve Lacin

Azerbaycan sarkilarini pek bir severim. Gecenlerde Skruk adli Norvec korosunun hazirladigi bir albumle karsilastim. Azerbaycan sarkilarinini koro esliginde seslendirilmeyisiyle olusturulmus bir album: Skruk&Azerbaijan song. Benim favori sarkilarim Bana Bana Gel ve Lacin. Buraya koyamadim, youtube'a gidip dinlemek gerek. 


Sanirim Lacin turkusunun, her turlusunu pek seviyorum. Ilk Ezginin Gunlugunden sevmistim bu sarkiyi, hala da onlarin yorumu benim icin ayri bir guzel. Ezginin gunlugu'nun Alagozlu Yar albumleri, Azeri muzigin zirve yaptigi bir album. Tum sarkilar birbirinden guzel bu albumde.


Lacin'in sevdigim bir diger yorumu is Etnika grubundan. Etnika grubunun Sinan Ayyildiz'i harikalar yaratiyor sazda. Lacin yorumlari da pek leziz:



Bana Bana Gel'i ise, ilk Aziza Mustafa Zadeh'den dinlemistim. Bagimlilik yapmisti bu sarki. Tuhaf bir sarki aslinda ama seviyorum iste. Skruk'un Bana bana gel'i ile Aziza'nin ki cok farkli. Bence ikisi de guzel.  Iste Aziza'nin yorumu:



Bir Azeri muzik programinin da sonuna gelmis bulunuyoruz.

Seraphine

Seraphine'i Fransiz film festivali cercevesinde izledim. Seraphine temizlikcilikle, camasir yikamakla para kazanmaya calisan ve bu kazandigi tum parayi da resim malzemelerine yatiran bir ressam. Evini temizledigi bir resim elestirmenine, yaptigi bir resmi gosteriyor ve ilgiyle karsilaniyor. Ama savas yillari oldugundan bu ilgi cabucak unutuluyor. Yillar sonra bu elestirmenin onu tekrar bulmasiyla resimleri un kazaniyor. Ama Seraphine bu unden pek faydalanamiyor. Yasaminin son yillarini akil hastanesinde geciriyor. 


Boya malzemelerini kendi yapiyor cogunlukla. Farkli malzemeler kullandigindan resimlerinde renkler cok canli ve farkli. Gece mum isiginda yapiyor resimlerini. Resimlerdeki ayrintilar ve dokular cok hos.


Film biraz yavas ilerliyor. Ama 1915 ve 1930 yillari arasinda devrin goruntuleri hos. Tabii Seraphine gibi farkli bir ressamin yasam oykusunu ogrenmek ve resimlerini izlemek filmi guzel kiliyor.

Nodame Cantabile

Katildigim konferanslardan birinde animasyon filmlerinden bahsediyorduk yanimda oturan arkadasla. Icinde savas olan mangalari sevmedigimi soyleyince bana Nodame Cantabile'yi tavsiye etti. Ben de manga sever biri olarak basladim seyretmeye.
 Filmin bas karakterleri konservatuar ogrencileri. Nodame tum ruhuyla piyano calabilen bir yetenek. Ust siniflarlardan Chiaki sef olmak isteyen cok yetenekli, cok cekici, yakisikli biri. Chiaki Nodame'yi calistirirken ikisi arasinda ask doguyor. Dizi boyunca bol bol muzik dinliyorsunuz, akillica laflar isitiyorsunuz. Calinan muzik parcalari en iyi yorumcular tarafindan yorumlanmis. Muziklerinden cok keyif aliyorum.


Cok rahatlatici bir manga serisi. Muzikler calinirken ben baska islerle ugrasiyorum bazen. Bir yaniniz hala Japon cizgi filmlerinden hoslaniyorsa siddetle tavsiye ediyorum.
Iste kucuk bir bolum youtube'dan ( youtube acilmis galiba, vatana millete hayirli olsun. )

saksi alternatifleri

Kiyiya koseye saklanan ayrintilarin fotograflarini cekerken farkli dusuncelerin urunu olan su saksilar gozume carpmis.

Kesilmis bir agacin kutugunu degerlendirmenin en guzel yolu. Bu saksi fikri nadide sehrim Louisville'den.

Eskiyen ayakkabilari atmak yerine saksi yapmak hic akliniza geldi mi? Bu fotografim Viyana'dan.

Ya da kullanilmayan eski demlikleri su guzelim ciceklerle donatmak. Bu fotografim da Isvicre'den.
Yaraticiligi kullanarak objeleri farkli amaclarla kullanmak pek hos.

vahsi bati

Bu aralar vahsi batidayim. Silikon vadisine bu kadar yakin oldugum halde kovboylarin arasindayim. Gercek kovboylari gormek sasirtici benim icin. Onlar sadece benim cocuklugumda pazar sabahlari izledigimiz filmlerin karakteri. Filmler haricinde kovboy yasaminin bir yerlerde devam etmesi cok surreal geliyor bana. Bilgisayarlarin, teknolojinin, sehir hayatinin icine gomulunce bu tur yasamlari sadece tv kutusunda gectigini saniyormusum. Oysaki Kaliforniya'da hala kovboylar at ciftliklerinde yasamlarini surdurmekteymis.


Bu aralar atlar, keciler, tavuklarla, kopeklerle dolu bir ciftlikte kaliyorum. Sabahlari taze yumurta yiyorum. Tavuklarin altindan yumurta almak cocuklugumu hatirlatiyor. Sehrin isiklarindan uzakta bir yer ciftlik. Bu da geceleri milyonlarca yildizi gormemi sagliyor.

Bizim ciftlikte bir normal at, bir pony cinsi at var. Eger firsat bulursam ata binecegim yarin. Dun at (Sisi) oylesine kosuyordu, ben de bir iki fotografini cektim onun.





Birkac gundur ciftlikte topragin ustune uzanip calisiyorum. Bilgisayarla degilde kagit ustunde calismak daha iyi bu kosullarda. Arada bir keci gelip yokluyor beni. Ne yaptigimi anlamaya calisiyor. Bal rengi gozleri olan bembeyaz bir keci. Modern hayatta keci sakali diye adlandirilan sakalin keciden geldigini harbiden goruyorum. Kopek gelip dizlerimin ustune yatiyor. Onu oksuyorum, onunla oynuyorum, hosuna gidiyor. Turkiye'deyken kopeklerden tirsmasam da dokunamazdim, sevemezdim onlari. Artik onlarla oynayabiliyorum. Bu da ABD'nin kazandirdigi bir arti bana. Calisma mekanim ve keci asagida.


Canim sikilinca komsu ciftliklerin oralarda dolasiyorum.Herkeslerin ati var ciftliklerinde.




Su atlar komsu ciftlikten. At gibi yiyor deyimini de cevremdekiler atlardan goruyorum. At bakimi zor ve atlar cok yiyor. At'i satin almak ucuzmus ama bakmak cok pahaliymis. Dun nallarini takmak icin biri geldi, ne kadar zaman alici ve yorucu bir ismis ati nallamak. Ati timar etmek, fircalamak bir o kadar zaman alici. At sahibi olamam sanirim ben.



Cevredeki daglar agacsiz, kurak. Bana biraz Ic Anadolu'nun dogasini hatirlatiyor.




Sonuc: Kaliforniya'da sadece yuksek teknoloji degil, dogal yasam da bulunabilirmis. Ciftlik hayati pek bir rahatlatici imis. Hayvanlarla icice olmak, onlarin sakin yasamlarini gozlemlemek, topragin ustunde yatmak insani arindirir, beyni ve vucudu daha iyi calistirirmis. Mutluluga belki de en ilkel sekilde yasamakla ulasilirmis.

Viyana sokaklari

Viyana'yi yillardan beri pek bir merak ederdim. Orada bulunanlar hep ovguyle bahsederlerdi. Ben de bu sehri gormek icin pek bir meraklanirdim. Bu yaz gorme sansim oldu Viyana'yi.

Gittigim ilk gun biraz Tuna nehri kenarinda yurudum. Ben daha kalabalik bir sehir bekliyordum Viyana'yi ama pek bir sakin cikti.


Tuna nehrinin kenarina yapay plajlar yapmislar, yapay bir havuz var. Insanlar bu yapay plajlarda zaman geciriyor. Tuna nehrinin iki yakasinda olan bu yuruyus parkuru ve plajlar kisminda en cok duvar resimlerini(graffiti) begendim.



Ilk gun klasik olarak sehrin merkezindeki katedrali ve cevresini gezdim. Cuma aksami oldugundan turlarla gelen turistler yogunluktaydi. Katedralde bir itis kakis, bagiris cagiris, kosusturma. Bir kadin telefonda bagira bagira konusuyor, kosarken bana hizla carpiyor, bir ozur dilemeden cep telefonuyla bagirarak konusmasina ve kosmasina devam ediyor. Bu kadinin milliyetini tahmin ettiniz mi? Sanki 2 gunluk turun en guzel noktalarindan birinde Turkiye'de yurt disina actirdigi cep telefonuyla geyik yapmasa yer yerinden oynar. Yani turlardan da bizim memleketin nerede nasil davranacagini bilmeyen tur-katilanlarindan da nasil sogudum anlatamam.

Katedral de hayatimda gordugum en guzel katedral degildi, ama tabii ki gormeye deger. Koln ve Lozan katedralleri su ana kadar gordugum en guzel katedraller bence. Bu sehir meydaninda da farkli farkli dans sovlari(cogu sacma), saatlerce gozunu kirpmadan jelatin kapli adamlar falan var. Benim cocuklugumdaki Baris Manco gezilerinden beri Viyana sokak sovlarinda pek bir gelisme olmamis. Pek bir bayat geldi bana. Oyle cok kaliteli sokak muzisyenine de denk gelmedim. Bu katedralin cevresinde unlu markalarla dolu alisveris odakli caddeler var. ABD'de 5 dolara olan X markali bir t-shirt'u 500 euro'ya almak istiyorsunuz, bu caddelere davet ediyoruz sizi. Dunyanin cogu yerinin neden Amerikan markalarina taptigini anlayamiyorum.

Yine bu bolgede unlu bestecilerin evleri muze ya da restoran yapilmis. Bir kosede Mozart'in evi, diger bir yerde Beethoven'un. Klasik muzik anlaminda onemli bir sehir Viyena. Yazin konser anlaminda duragan sehir. Ne opera, ne klasik muzik konseri bulabildim. Sadece turistlere calan gruplar var. Ama turistlere yonelik sehir aktivitelerini cok yapay buldugumdan gitmedim bunlara. Bu sehrin kafelerini, guzel kahvelerini pek bir ovuyorlardi ya bu kafeler, restoranlar pek ogrenci butcesine gore degil.Fiyatlarin absurdlugu karsisinda yillardir kapisindan ugramadigim McDonalds'in McCafe'sine gidebildim. Profiterol ve latte macchiato'yu en ucuza kapattim boylece.


Ilk gunun aksami bir meydanda sinema gosterimi yapiliyordu, cok yorgun oldugumdan oturdum onlarla birlikte Almanca film izledim bir sure. Daha sonra da yine Avrupa'nin en pahali metrosuna binip Avrupa'nin en pahali hostelinin yolunu tuttum.


Ikinci gunun sabahini cogunlukla muzeler bolgesinde gecirdim. Washington DC'deki muzeler bolgesini andiriyor burasi biraz. Doga muzesi, sanat muzesi, modern sanatlar muzesi, tarih muzesi ayni alanda yer aliyor. Washington DC'nin muzelerinin(giris bedava ayni zamanda) eline tabii ki su dokemez. Ama gorulmeyi tamamiyle hakeden muzeler. Ben yalnizca uc muze gorebildim. Leopald muzesi, Modern sanatlar muzesi ve tarih muzesi. Sanirim doga muzesi de cok iyi ama bir gunde cok muze gormek beyin sagligina zararli.

Yukarida Egon Schiele'den bir resim. Asagida bir art nouveau ve icinde ben.


Modern sanatlar muzesinde insan vucuduna verilen tahribatlar ve bazilarinin tamiri adli bir dia gosterimi vardi. Tek izleyen bendim. Evet mazosistin onde gideniyim. Sadece sanatcinin cok emek verdigini dusundum ve cok begendim bu dia gosterimini. Hatirlamiyorum kim tarafindan hazirlandigini.



Muzeler bolgesinden cikip sehrin pazarina dogru yurudum. Hayatimda gordugum en cansiz ve en pahali cumartesi pazariydi.Tabii ki meyvelerin fiyati el yakan cinstendi. Meyve canavari olmama ragmen hicbirsey almadan pazar yerini terk ettim. Bir japon restoraninda karnimi doyurup sehirde yapilmasi gereken diger yerlere dogru yurumeye basladim.



Amerika'nin sokaklarinin boslugundan yakinirim. Ama burada yine de bir iki evsiz mevsiz bulunur. Viyana sokaklari kus ucmaz, kervan gecmez yerler.Tam bir hayal kirikligiydi benim icin. Bir de susadim yururken. Tek bir market bulamadim yollarda. Pek bir beterdi.


Daha sonra Belvedere sarayina gittim. Su sarayin bahcesinin bosluguna bakin. Cumartesi ogle sonrasi in-cin top oynuyor. Ayni saatlerde Topkapi sarayinda igne atsan yere dusmez herhalde. Iste bu sarayda Klimt'in bazi eserleri var, muze icinde fotograf cekmek yasak. Sarayin ici cok siradan, cok duz, herhangi bir ilgincligi yok.




Bu saraydan ciktim yine sokaklarda dolasirkene botanik bahcesini gosteren bir oku izledim. Oylesine bir anda gorup birsey ummadan gezince hoslandim bu botanik bahcesinden. Tabii en guzel yani girisin ucretsiz olmasi.


Botonik bahcesinden sonra gorulmesi gereken mimarisi degisik bir binaya dogru yurumeye basladim. Yine o bos sokaklar beni bekliyordu.


Bu berbat sikici, bos Viyana sokaklarinda dolasirken beni tek mutlu eden bir Bansky graffitisine denk gelmemdi. Sikintidan bogulmak uzereyken imdadima yetisti su graffiti. Bomba yerine bir buket cicek atan militan, cok zekice.


Bunun haricinde mimarisi tuhaf olan birkac ilginc bina gordum ama pek etkilenmedim. Sehrin neredeyse cogunu yuruyerek gezip bos caddelerine tanik olduktan sonra, sehrin merkezindeki bir parka yine yuruyerek gittim. Su ile ilgili bir festival varmis. Almanca rock esliginde sosis, patates kizartmasi, bira tuketen Avusturali guruhu sonunda gorebildim. Gorunen o ki giyim tarzinda, Avusturya'lilar Amerikalilari paspallikta gecmek uzereler. T-shirt, sort, sort altina giyilen uzun coraplar. Obezite sinirina dayanan insanlar. Tek farklari, patates kizartmasini Amerika'lilar gibi elle degil de catalla yemeleriydi. Amerika'da o kadar cok sey elle yeniyor ki, boyle bir detay gozume ilisti. Festivalin sonuna kadar kaldim, bos sokaklardan sonra insan gormek iyi geldi.


Festivalin sonunda havai fisek gosterisi vardi, o da surpriz oldugundan hos geldi bana. Cumartesi aksami Viyana'da Almanca rock muzik esliginde havai fisek izlemek Viyana gezisinin en guzel aniydi benim icin.


Ertesi gun sehirden ayrildim ve boylece Viyana maceram da bitti.

Sonuc: Viyana hayatimda bulundugum en sikici sehirler listesinde ilk siraya yerlesti. Belki turist olmak sikici bu sehirde, belki yerel insanlarin takildigi yerleri kacirdim, belki beklentilerim fazlaydi, belki kotu bir halet-i ruhiye icindeydim. Bilmiyorum nedenini ama sevemedim Viyana'yi, boguldum resmen. Sehri bir ogrenci olarak gezmek ise asiri luks. Hersey absurd derecede pahali. Sirt cantami alip Viyana'ya gideyim pek mantikli degil. Bu sehre bir konferans veya is gibi sebeplerden oturu gidip tum masraflari birilerine karsilattirmadikca bir daha gidecegimi sanmiyorum. Metro'da kimse kitap okumuyor, Viyana oyle sandigim gibi kultur baskenti falan degilmis. Amerika'nin tuhaf bir versiyonu. Sehir epeyce yesil. Bir gun daha kalsam doga yuruyusu yapardim. Sehrin en ucuz yemegi hindi etinden yapilma lezzetsiz saman tadli Turk doneri. Her kosede Turk donercisi var. Kanuni'nin yapamadigini donerciler yapip gecirivermisler ellerine Viyana'yi, bravo!!! Donerci abilerimiz hala Almanca konusamiyor o ayri konu ( gundemin konusuna tuz basalim). Avusturya'lilar da Ingilizce konusamiyor o da baska bir konu. Herneyse o kadar gorulesi bir sehir degil Viyana, merak etmeye hic gerek yokmus.

Sonbahar Raporu

Eylul ayinda devamli bir yerlere gitmem gerekti farkli konferanslar icin. Soyle yerimde bir oturup dinlenemedim dogru duzgun. Geziler bitip sehrime tekrar dondugumde bir de baktim sonbahar gelmis. Havalar sogumus, bazi agaclar yapraklarini dokmus, bazilarinda yapraklar hala sari, bazilarinda kirmizi.


 Bir mevsimin diger bir mevsime donmesi ne kadar da aniden oluyor. Gecmis yillarin deneyimlerinden biliyorum, su fotograflarda gorunen yesil yapraklar haftaya sararip kizaracak. Iki hafta sonra sonbaharin en renkli gunlerini yasayacagiz ve uc hafta sonra hicbir yaprak kalmayacak. Cok hizli bir sekilde tum yapraklar dokulecek. Simdiden durum soyle bazi parklarda.




Seviyorum bu sehrin sonbaharini. Dort mevsimli bir sehirde olmayi da seviyorum. Umarim hep boyle dort mevsimli sehirlerde yasarim.