Gadjo Dilo

Yine muzik dolu bir film izledim. Romanya'da bir bir kasabanin cevresinde kurulmus olan bir Cingene kasabasinda gecmekte film. Paris'li bir genc babasinin izinden gitmekte. Babasinin devamli dinledigi Nora Luca kasetini alip Romanya'nin yollarinda Nora Luca'yi aramakta genc. Bir cingene koyune dusuyor yolu bu arayis icinde. Cingelerein renkli yasamlarini, uzuntulerini, sevinclerini, kaygilarini, ve diger insanlarin cingenelere karsi olan onyargilari anlatilmakta. Biraz Emir Kusturica filmlerini andiriyor film.

Cok eglenceli, muzikle icice. En guzel ses tabii ki Nora Luca'ya ait.



Bir baska sarki yerel bir Cingene'nin agiti.


Hos bir film bence, izlemeye degdi diyebilirim.

mahallemde sonbahar

Yasadigim sehirin en cok sevdigim yani dogasi sanirim. Kapidan disari cikinca, her mevsim degisen renkleri ile agaclar cercelevemekte evleri. Cogu sehirde bu kadar agaci gormek bir luks olsa gerek. Turkiye'deyken gercekten yesillik bir yer bulmak icin 2-3 saat sehrin disina cikmak gerekirdi. Ama burada, kapimdan cikinca iste soyler manzaralarla karsilasiyorum.


Bu renkler maalesef cok gecici bir sure ile bizleri sevindiyor. Sadece 1 haftada renk degisimin zirvesi yasaniyor. Ertesi hafta genelde tum yapraklar dokulmus oluyor. Artik agaclardaki renk degisimin ne kadar surecegini tahmin ediyorum. Ve iki yakam bir arada da olsa bir sekilde kendimi disariya atiyorum.







Mahalleler bu kadar huzurlu ve guzel oldugu halde, tadini cikaran insan pek yok maalesef. Insanlar dogal parklara gidiyor, ama kopeklerini dolastirmadiklari surece mahallelerinde turlamiyorlar.



Tum sokaklar da bana kaliyor dolayisiyla. Doyasiya fotograf cekip yuruyus yapiyorum ve boylesine agac zengini br sehirde yasadigim icin sukrediyorum.

overture(hom rong)

Bu aralar yogun bir sekilde farkli ulkelere ait filmler izlemekteyim. Bunlarda en hosuma gideni, dun aksam izledigim overture (hom rong)'du.Thailand'ı olaganca egzotikligi ile karsimiza koyuyor film. Geleneksel muzik aletlerinden biri olan ranad-ek (bir cesit zaylofon(xylophone)) ustasinin(Luang Pradit Pairoh) yasam oykusu. Cok kucuklugunde bu muzik aletinde ustaligini ve yetenegini kanitliyor.



Filmin basinda, rand ek biraz kulagimi tirmaladi. Muzigin kalitesini takdir etmek icin insanin kulagini egitmesini gerekiyor biraz. Hos bu her turlu sanat icin gerekli. Kubizm'i takdir etmek icin kubizm'i bilmek lazim, degil mi?

Filmin amaci, askeri donem sirasinda geleneksel muzigin Thailand'da yasaklanmasi. Turkiye'nin de tarihinde yaptigi benzer bir hatayi yapmislar Thailandlilar. Geleneksel muzik yerine, batinin muzigini halka dikte edince modernleseceklerini dusunmusler. Ve cogu geleneksel muzik aletinin calinmasini yasaklamislar. Kulturun en onemli ogelerinden biri olan geleneksel muzigi yok etmek, bir ulkeyi modernlestirmeye yetmiyor. Bizi etmedigi gibi gecmiste.

Herneyse, filmin zirve noktalarindan birinde genc muzisyen bir ustayla yaristiriliyor. Ikisi de ranad'da ustalar. Bu sekansi bir iki kez izledim. Gercekten hos, tavsiye ederim.

songs from the southern seas


Global Lens filmleri kapsaminda gosterilen Kazakistan'dan Guney denizlerinden sarkilar adli bu filmi seyrettim.

Film, Kazakistan'in bir koyunde gecmekte. Bir Rus ciftci aile ile bir Kazak ciftci aile komsular. Rus ailenin ilk cocugunun dogum sahnesi ile basliyor film. Hem anne hem baba sarisin ve renkli gozlu, ama dogan cocuk esmer, hafif cekik gozlu ayni komsulari Assan gibi. Bu dogan cocuk uzerine, tabii ki Rus koca, Kazak komsusuyla ile karisi arasinda olasi bir iliskiden supheleniyor. Karisi da, komsusu da inkar etse de cocuk tam bir Kazak. Bu cocugun sirrini filmin sonunda anliyoruz. Cok dokunakli ve destansi bir sonu var filmin.


Film, bana ortaokulda ve lisede okudugumuz Orta Asya'ya dayanan kokenlerimizle ilgili bolumleri hatirlatti. At ustunde bozkirda dolasan, gocebe hayat suren, at sutu icen atalarimiz, hala Orta Asya'da o hayati surmekteymis meger. Nedense film benim icin cok anlamliydi, kendimi cok farkli hissettim sonunda, biraz aidiyet duygusuydu sanirim. Filmin sonlarinda ingilizceye cevrilmeyen birkac Turkce cumleyi de salonda anlayan tek kisi olmak da hosuma gitti sanirim.

Filmin farkli bolumlerini ayirt etmek icin perdeye yansitilan kuklalar kullanilmis. Bu kuklalar cok siirimsi bir oyku anlatiyorlar bize. Bir arayisin oykusu bu. Cok cok guzel bir oykuydu.

Ayni zamanda filmdeki sinematografi de cok basarili. Goruntuler super. Daglarin arasindaki koyun manzarasi, at surulurkenki bozkir manzaralari sahane.

Shel Silverstein

Bir arkadasim beni Shel Silverstein ile tanistirdi. 'The giving tree 'adli bir kitabini odunc verdi bana. Pek odunc vermesine gerek yokmus aslinda. 10 dakika'da okuyup bitirdim kitabi. Ama etkisi kaldi sanirim.

Herseyini vermeye hazir bir agac ile bir cocuk arasinda gecmekte kitap. Cocuk, agaci kucuk yasinda taniyor ve hayatinin sonuna kadar hayatinda tutuyor agaci. Ilk baslarda tum zamanini agacla geciren cocuk, hayatinin fakli donemlerinde agaca farkli gereksinimlerle geliyor, ve agac cocugun gereksinimlerini elinden geldigince hep karsiliyor.

Insanoglu'nun yasam dongusu cok guzel anlatilmis kitapta. Cok sevimli bir kitap. Kutuphane'de veya kitapcida bulursaniz okumadan birakmayin.

Kitabin animasyon versiyonu surada. Yazarin sesinden kitabi izleyebilirseniz.