magnolia

Simdi filme nereden baslamali bilemiyorum dogrusu. O kadar uzun, o kadar karmasik, bir o kadar farkli. Damakta degisik bir tad birakiyor.

Filmi izlemeye baslamadan once filmin uzunluguna bakmak iyi bir fikir. Ertesi gune yetistirmem gereken onemli birsey vardi, ben yine de filme basladim. Bitmek bilmedi. 216 dakika. Bitirmeden de insan birakmak istemiyor dogrusu. Bir de bitirdikten sonra bir daha basa donup bir 10-15 dakika daha izledim. Hersey daha bir yerine oturdu. Sonra dayanamadim, special features'leri izledim. Olmadi, imdb'de cogu oyuncunun gecmisine baktim. Yani en az bes saatim gitti. Bu kadar zamanimi phd'ye ayirsam, neler neler yayinlamam:)

Filmde yonetmen hayattaki beklenmedik tesaduflerin nelere sebep olabilecegini gosteriyor. Hic farkinda olmadan birbirimizin hayatini etkiliyoruz. Disaridan hayatlarimiz farkli gibi gozukse de hepimizin muzdarip oldugu sorunlar temelde aynı. Konumlar, mekanlar farkli da olsa yasamlar bir. Hepimiz farliyiz ama bir yandan da hepimiz ayniyiz. Filmin asil temasi da bu. Farkli insanlar, farkli yasam hikayeleri ama bir yerde bu hayatlar birbirine degiyor, hic istemeden, aniden, oylesine. Sonra hayatlar degisiyor.

Bu acidan bakilirsa, filmin Inarritu'nun filmleriyle ortak yanlari var. Film'de temel olarak 12 farkli yasam, 12 farkli insan var. Bazilarinin yasamlarinda cok fazla paralellik var. Evlilik hayatlari gibi (Earl Partridge'in eski karisiyla iliskisi, Jimmy Gator'un karisiyla iliskisi: ikisinde de sevgi var ama ama aldatma, guven yikimi da var ), baba-cocuk iliskisi gibi (Earl ile oglu, Jimmy Gator ile kizi, Stanley ile babasi: hepsinde hayal kirikligi, guven sorunu var).

Bazilari farkli yaslarda ayni hayatlari yasamakta (Stanley ile Donnie gibi ) Iki unlu insanin Frank T.J ve Jimmy Gator, hayran kitlelerine ragmen tatminsiz bir yasamlari var, ikisinin de yarasi var kimseye gostermedikleri. Butun karakterlerde olagan insanlarda gordugumuz siradanlik var. Amerika'da bir bara gidince bu karakterlerin en az yarisini gorebilirsiniz.

Filmin resmi hastaligi kanser, iki yasli erkek oyuncumuz kanser, Earl eski karisini yani asil sevdigi karisini kanserden kaybetmis.


Filmdeki en acinacak hayat, Donnie Smith'inkiydi bence. (Ustteki fotograf, ortadaki karakter) Kucukken kazandigi bilgi yarismalari var hayatinda. O zamanlar cok unluymus. Sonrasinda hayat ona birsey getirmemis. 40'inda bile o gunleri anlatiyor, o zaman kazandigi unu ile ovunuyor. Hayatinda onu seven biri yok. Isinde basarisiz, bir barmene asik(fotograftaki barmene), onun icin disine tel taktirmak istiyor. Onu sadece sevmek istiyor. Ama olmuyor. Oyunculuk anlaminda cok basarili bir is cikarmis William Macy. Filmin en iyileri arasinda bence. Yonetmenimiz onun hayatina acimamiz icin onun yolunda olan bir cocugu da filme katiyor. O da ayni yarismada basarilar elde ediyor, ama gelecekte onu da bekleyen son bu. Tek basina, mutsuz, basarisiz bir yasam.

Diger bir etkili yasam ise Earl Partridge'in yasami. (fotografta hasta olan adam)Yasamin sonunda kanser hastaliginin onulmaz acilari icinde yatakta. Genc ve guzel bir karisi var. Ama akli bir onceki evliliginde ve yillardir gormedigi oglunda. Hastaligin ve yasinin etkisiyle zaman mefhumunu yitirmis. En buyuk pismanligi, eski karisi kanserden oldugunde onun yaninda olmamasi. 14 yasindaki ogluna, annesine bakma yukumlulugunu yukleyip kacip gitmis baska yerlere. Simdi oglunu gormek istiyor. Ama oglu babasini icinde oldurmus. Soranlara babam oldu, annem yasiyor diyor.

Bu arada oglu Tom Cruise, babasinin annesini birakip gitmesini ustunden atamamis, bu durumla celisen bir is yapmakta, kadinlari bastan cikarmayi ogretiyor kadinlar tarafindan reddedilen erkeklere. Bu Earl(yaslı baba)'nin bir de genc ve guzel bir karisi var, bu kadin adamla yasli ve zengin oldugu icin evlenmis, sevmiyormus, tek derdi paraymis, ama adam simdi olum yataginda iken onu deliler gibi seviyor, olmesi, gunden gune eriyip bitmesi mahvediyor onu, onun cektigi acilara katlanamadigi icin zehirli bir ilac katiyor serumuna. Bir zamanlar olumunu istedigi adamin simdi yasamasini istedigi halde, olduruyor. Kadinin oyunculugunu nedense sevmedim, bir kere cok fazla fucking lafi vardi, bir de sebepli sebepsiz her yere agliyor, kadini gordugum sahneleri bir bitseydi modunda izledim.

Bu Earl ve oglunun oykusunde benim sacma buldugum sey: Tom Cruise ile bir tv muhabirinin gorusme sahnesi. Simdi bizim Tom sacma sapan bir seminer vermekte, kadinlari nasil bastan cikartirsiniz diye. Bir tane tv muhabiri ile ropartaji var. Simdi bu spiker gitmis boyle bir adamin annesi ve babasi ile ilgili bilgi toplamis. Sanki halk bu adamin anne- babasi oldu mu kaldi mi cok merak ediyor. Hani gidip eski sevgilisini bulsa, eski sevgilisi de bu adam beni hic tatmin etmedi dese neyse de, anne-babasi ile ilgili bu kadar soru sormasi sacma geldi bana. Belirteyim dedim.



Her neyse baska bir oykumuz ise polisin oykusu, adam dindar, isine bir anlam yukleyen bir adam. Diger karakterlerimizle ortak yani, o da cogu gibi yalniz. Kendi kendine konusup, gunun yorumunu yapiyor. Konusacak kimsesi yok. Farkli yani, icinde umudu olmasi. Bir gun, sevebilecegi birini bulabilecegini dusunuyor. Sonunda uyusturucu icin baskalariyla yatan, babasi tarafindan tacize ugramis ve bu tacizi hala ustunden atamayan ,ozunde iyi bir kizla tanisiyor. Aradigini buldu mu bilemem. Disaridan zit karakterler gibi gorunselerde birbirlerine tutundular.



Filmin en begendigim oyuncusu sessiz sakin ama altin kalpli roluyle erkek hemsire oldu. Su fotograftaki yuz ifadesini film boyunca korudu. Earl ile oglu bulustugunda arkada bir yerlerdeydi. Ama benim izledigim sadece oydu. Onun dokulen gozyaslari. Filmden sonra kutuphaneden Capote'yi almak istedim ama bir turlu bulamadim. Adam sevdigim oyuncular listesine girdi.

Earl'u canlandiran Jason Robards'in da gercek hayatinda akciger kanseri olmasi yine de sonunda olum ve yalnizlik olan bir senaryoyu kabul edip, son derece basarili bir oyunculuk cikarmasi da takdire sayan bir yan.

Filmde anlamadigim seylerden biri kurbaga yagmuru sahnesi. Bu sahnenin filme ne kattigini anlamadim. Kurbaga yagmurunun ne tur bir gonderme oldugunu da anlamadim. Bu sahne olmasa ne olurdu, oldu da ne oldu, bir tulu anlamadim. Ikinci sey ise kucuk zenci cocugun rap sarkisinin ardindaki felsefeyi anlamadim. Ingilizcem hala rap sarkilarini anlayacak kadar iyi degil. Filmi elestirmiyorum bu anlamadigim seylerden. Sadece anlamadim diyorum:)


Fimin muziklerini Aimee Mann yapmis. Asagidaki klipte oyuncularda sarkiya eslik etmis.

"It is not going to stop to you wise up so just give up" diyor oyuncular.

Iste o sarki:






Sonuc: Filmi sevdim. Biraz uzundu. Belki tesadufleri vurgulamak icin bu kadar oykuye de gerek yoktu. Ama sonucta iyiydi. Ozellikle oyunculuklar. Bir de Amerika'ya geldikten sonra Amerikan filmlerinden degisik bir tad almaya basladim. Sokakta gordugum Amerika'lilari, onlarin yasamlarini, ya da mekanlari filmde gormek filmden aldigim hazzi birazcik daha artiriyor.

1 comment:

Moonshine said...

En cok sevdigim filmlerden biridir Magnolia ve bende ayri bir yeri vardir.. Tom Cruise'un bu filmdeki oyunculugu ise bence butun filmlerinin arasinda en iyisidir :-)
Ayrica Aimee Mann'in muzikleri de ayri bir guzel bu filmde!